25 Mayıs 2020 Pazartesi

TÜRK ORDUSUNUN ABD ASKERİ YARDIMLARI DOĞRULTUSUNDA KURUMSAL VE DOKTRİNSEL DÖNÜŞÜMÜ




Onur Dikmeci






İkinci Dünya Savaşı ile muazzam kabul edilen Alman ordusunun durdurulması bu ekolden hızlı kopuşu da beraberinde getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş kodu ‘’Muasır Medeniyet’’ti ve eninde sonunda model kabul edilecek taraf Batı ekolü olacaktı. Ancak Mustafa Kemal Atatürk zamanında da Alman ve İtalyan siyasi sistemlerine iltifat edilmemiş ve Anglosakson tarzı demokrasi biçimi ideal kabul edilmiştir. Bu sebeple her kurulan yeni sistemde olduğu gibi aksaklılar yaşansa da neticede varılmak istenen yer kapitalist sistemin içerisinde kontrollüde olsa demokrasi olduğu için, Türk modernizasyonu dikkatle izlenmiş Türkiye’nin taleplerine zaman içerisinde konumunun cazip değeri de göz önünde bulundurularak cevap verilmiştir.
Amerikan askeri ürünlerinin büyük oranda kullanılmaya başlaması ‘’Ödünç Verme-Kiralama Kanunu’’ çerçevesinde 1942 yılından itibaren İngiltere aracılığı ile başlamıştır. Ancak İngiltere kendisi için lüzumlu gördüğü teçhizatlara el koyarken, Türkiye’ye ikinci el tank-kamyon gibi taşıtların yanı sıra nispeten daha eski tarihli silahları göndermiştir. Ancak bu gereçler bile o dönem Türkiye için oldukça önemli nimet hükmündelerdir. 1946’dan itibaren Amerikan Askeri Yardım Kurulu, Türkiye ile ilgili çalışmalara başlamış ve ordunun dönüşümü konusunda eksikliklerin saptanması yolu tutulmuştur. Özellikle 1949 yılında Kurul’un başındaki Tümgeneral Lunsford Oliver yerine Tümgeneral Mcbridge getirilmesinden sonra ordu ile ilgili kurumsal değişiklik önerileri ve uygulamalarında hızlanma görülmüştür. Bu dönemde yalnızca 3 sene içerisinde Amerikan Askeri Yardım Kurulu personel mevcudu 459’a kadar çıkmıştır. Yapılan tespitlere göre ordunun durumu hiç iç açıcı değildir. Ordu dönemin modern orduları kategorisinden oldukça uzak olduğu gibi subayların talimsizcesine atıl vaziyetleri yabancı elçilerin bile dikkatini çekmiştir. Türk Ordusu ile ilgili saptanan eksiklerin başında envanterdeki silahların 1.Dünya Savaşı döneminden kalma olduğu ve muhabere-istihkam malzemelerinin neredeyse bulunmadığı gelmektedir. Erlerin çoğunun ayakkabısı bile bulunmamaktadır. Bunun dışında ordu ile ilgili saptanan en büyük iki eksiklik;
  • Okuma-yazma oranı çok düşüktür. Öyle ki subayların asli görevleri garnizonlar içerisinde oluşturulan okuma öğretme eğitimlerini ihtiva eden bir mizaçtadır.
  • Türkiye’de ulaşım alt yapısı oldukça zayıftır. Bu durum tehdit anında gerekli ikmâl-lojistik desteğinin yurdun bir noktasından diğerine ulaştırmakta sorun yaşanmasına sebebiyet verecek boyuttadır.
Bu eksiklere yönelik 291 sayılı kanun uyarınca 16 adet er okuma-yazma kursu açılmıştır. Ayrıca bir plan çıkartılarak Edirne-İskenderun hattı başta 23 bin km’lik kara yolunun yapılması kararlaştırılmıştır. Bu gibi düzenlemeler gerçekleştirilmek istendikçe Prusya ekolünden gelen eski kuşak subaylar bunlara uymamak konusunda diretmişlerdir. Örneğin bu denli kara ağı yatırımı başta Fevzi Çakmak olmak üzere üst subaylara göre Türkiye’yi, Sovyetler Birliği’nin işgaline açmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bu sebeple 1922 yılından itibaren görev yapan Orgeneral Fevzi Çakmak, Genelkurmay Başkan lığından 1944 senesinde emekli edilmiştir. Bu emeklilik eski kuşak subayların tasfiye edileceklerini ve genç zihniyete yer açılacağının göstergesidir bu sebeple genç kuşak subaylar arasında tepkiye yol açmamıştır. Ancak emeklilik yalnızca ordu modernizasyonu bağlamında değerlendirilemez. Çünkü Çakmak, Alman tedrisatından geçmiştir ve Almanya İkinci Dünya Savaşında yenilmiştir. Bu sebeple Türkiye’nin de bir tavır göstermesi gerekmiştir. Fevzi Çakmak’ın emeklilik edilişi büyük sorun yaratmasa bile makam aracı ve emir erinin çekilmesi fevkalade hoşnutsuzluk kaynağı olmuştur. O dönem ordu da üst kademeleri ve eski kuşak subayları büyük oranda emekli edecek kapsamlı bir uygulamaya gidilememiştir.
Yardım Kurulu başkanı Macbridge’in telkinleriyle 1949 senesinde 5398 sayılı kanun uyarınca Milli Savunma Bakanlığı ve Kuvvet Komutanlıkları oluşturulmuştur. O döneme kadar kuvvet komutanlıkları yerine numaralı komutanlıklar faaliyet göstermektedir. Genelkurmay Başkanlığı da, Savunma Bakanlığı’na bağlanmıştır. Amerikalı uzmanların, Türk ordusunun dönüşümü için belirledikleri bir diğer yenilik ise Genelkurmayın küçültülerek, kuvvetler üzerindeki ağırlığının kaldırılması ve Müşterek bir karargâh gibi görev yapmasıdır. Ancak bu duruma Genelkurmay direnmiştir ve özellikle kara kuvvetleri üzerindeki ağırlığını devam ettirmiştir. Bu sebeple daha sonradan kurul başkanı olan General Arnold ile uyuşmazlık ve fikri çatışmalar görülmüştür.



                    Türk Ordusunun Doktrinsel Dönüşümü

Ordunun dönüşümü yalnızca teçhizat, kaynak aktarımı ve heyet telkinleri doğrultusunda gerçekleşen bir eylem değildir ve bunun mutlaka genel savunma düzeni ile talimnameleri de ihtiva etmesi gerekmektedir. O dönem de ordunun bu konuda dönüşümü konusunda çalışılırken subayların görüşleri de askerlerin genel vaziyetini yansıtmaktadır. Kenan Kocatürk, Alman ve Amerikan sistemini kıyaslarken şu noktalara dikkat çekmiştir:

‘’ Alman sistemi daha çok inisiyatife yer veriyordu. Savaş stratejisini ve taktiğini ince bir sanat olarak kullanıp az kuvvetle üstün üstün kuvvetleri yenmeyi yeğliyordu. Amerikan sistemi ise her türlü olasılığa karşı nasıl hareket edileceği önceden tespit edilmiş, harekât en bol silah, teçhizat malzeme, araç ve gereçle, devamlı desteğe dayanıyordu. Yani Napolyon’un dediği gibi: Para, para, para. Alman sistemi ise: Kafa, kafa, kafa. Tarihi gerçeklere göre bu ikincisi biz Türklere daha yakın geliyordu. Türk harp tarihi az kuvvetle üstün düşmana karşı kazanılmış zaferlerle dolu idi.’’[1]
Fakat artık dünya değişmiştir endüstri devrimi sonrasının düzeni modern ve silah bakımından üstün olan orduların varlığını gerekli kılmıştır. Türk ordusu modernize olamamanın sıkıntısını Kıbrıs çıkartmasını on yıldan fazla erteleyerek belli etmiştir. Ayrıca Türk ordusunda subayların bile kültürel durumları hiç iç açıcı değildir. Orhan Erkanlı’ya göre ‘’ 1940’lı yıllarda bazı subaylar harp okulundan sonra gazete bile okumadım’’ diyerek övünmektedirler.[2] 1962 ve 1963 ayaklanma girişimlerinde başı çeken ve özellikle Harbiyeliler arasında çok sevilen Kurmay Albay Talat Aydemir ise hatıratında eski sisteme göre yetişen subayların çıkarlarından ötesini düşünmediklerini, eski kuşaktan ayrışmak için ise kurmay eğitiminin bir kısmını Amerikan sisteminde aldığını belirtmiştir. 27 Mayıs 1960 hareketinin içerisinde de yer alan Numan Esin ise Aristo, Descartes gibi filozofları öğrencilik yıllarında okurken yadırgandığını amirlerinin ‘’ Bu adam piyade ama talimname okumuyor, yığınla garip kitapları var’’ biçiminde şikayet ederek 21 gün hapis cezasına çarptırıldığını belirtmiştir.[3] Ordunun bu durumu kapsamlı bir reforma ihtiyacı olduğunu göstermektedir ve Amerikan talimnamaleri Türkçeye çevrilerek sisteme kazandırılmaya başlanmıştır. Orhan Erkanlı bu durumu şu biçimde ifade eder:
‘’ Talimnamelerde Papaz yazılan yere Alay İmamı koyacak kadar sadık kaldık’’[4]
Talimnamelerin intikaliyle birlikte kurmaylık eğitiminin içeriğiyle ilgili değişikliklerde yapılmak istenmiştir. Ancak bu konuda Türk askeri yetkililer kuvvet öncelikli eğitimin korunmasından taraf olarak diretmişler, Amerikalılar ise uluslararası siyaset düzeyindeki derslerin de eğitime eklenmesi gibi yenilikleri telkin etmişlerdir. Türkiye’nin genel savunma biçimi de değişmeye başlamıştır. Tamamen Sovyetler Birliği işgaline karşı oluşturulan ordu dağılım biçimine göre Boğazların açık ve savunmasız yapısı üzerinde durulmuştur. Buna göre bölgeyi daha fazla askerle desteklemek yersizdir çünkü bölgedeki birliklerde çok eski silahlar bulunmaktadır. Ayrıca bölgede bulunan 3 kolordu da zamanla 1 kolordu seviyesine indirilmiştir.
Amerikan heyetinin, Türk ordusu ile ilgili reform düzeni ile ilgili tavsiyelerinden birisi de astsubay sayısının artırılması ve 30 binin üzerinde yeni astsubay kadrosunun ayırılmasıdır. Ordu bunu kesin olarak reddetmiştir. 27 Mayıs hareketinin içerisinde yer alan Suphi Karaman bu durumu şu biçimde ifade etmektedir:

‘’ Bir piyade bölüğünde 17 tane astsubayı tanımıyor benim kafam. Bu Türklerin mali gücüyle mütenasip değildir. Türkiye tarihi boyunca bir bölüğünde bir astsubay olunca öpüp başına koymuştur…Bir millet bu kadar milliliğini kaybeder…’’[5]

Ancak her şeye rağmen sahra ordusu kimliğinden sıyrılan Türkiye hızlı olmasa da değişim sürecine girmiş ve hafif modernize etkisini kazanabilmiştir. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra eski kuşak subaylar geniş oranda emekli edilerek yerlerini Amerikan tedrisatından geçenlere bırakmışlardır ve böylece ordu da bütünüyle Amerikan anlayışı hâkim olmuştur. Bu durumun darbelere kapı araladığı tek başına geçerli bir teori değildir. Çünkü Osmanlı döneminde de ordunun gerçekleştirdiği pek çok darbe girişimi görülmüştür. Ordunun modernizasyonu ve dönüşümü ile ilgili buraya kadar belirtilen ifadeleri sıralamak istediğimizde:
-          İkinci Dünya Savaşı yıllarından itibaren modernize arayışları başlamış Almanya tarafının kaybedeceği anlaşılınca Amerikan ekolü tek model olarak görülmüştür.
-          Yardım ve modernize çalışmaları CHP döneminde başlamış ve Demokrat Parti döneminde devam etmiştir. Bu bakımdan dış politika ve savunma stratejileri açısından iki parti arasında fark bulunmamaktadır.
-          Genç subaylar görece daha yaşlı olan subay diliminin uygulamalarından rahatsızlardır. Ancak Demokrat Parti orduda çok köklü değişiklere gidememiştir. Demokrat Parti’nin militarizme karşı olan tutumu da bulunmamaktadır.[6] Hatta emireri uygulaması ile ilgili münasip olmayan ifadeler kullanan Ahmet Kocabaş partiden ihraç edilmiştir.[7] Küçük çaptaki değişiklikler arasında ise askerlik süresinin, Deniz Kuvvetleri Komutanlığında 3 yıl, Jandarma Komutanlığında 2,5 yıl, diğer kuvvetlerde ise 2 yıla indirilmesi gösterilebilir. Subayların mali durumlarının bozulmaları ve istifaları yedek subaylardan uygun olanların bir dilekçeyle muvazzaf subaylığa başvurup kabul edilmeleriyle mümkün olmuş ancak bu biçimde subaylığa kabul edilenleri harbiye ekolünden gelenler hiçbir zaman benimsememişlerdir. Ayrıca bu dönemde bazı askeri liselerde kapatılmıştır.
-          Ordu genel olarak Amerikan yeniliklerini benimsemiştir ancak kara ekolünden ise taviz vermemiştir. Buna göre ordu, Genelkurmayın ve kara kuvvetlerinin ağırlığının muhafazası, astsubay sayısının artırılmaması hususunda kesin olarak direnmiş ve bu yönde devam etmiştir.
-          Ordunun dönüşümü, Türk kültür, siyasi hatta düşünsel hayatının dönüşümünü de tetiklemiş olabilir. Ancak Özellikle NATO’ya girişle birlikte çağa uygun modern bir ordu oluşturabilme tasavvuru hız kazanmış ve kısmen başarılı olunmuştur. İlk yıllarda Sovyetler Birliği’nin en büyük tehdit olarak belirlenmesi ve buna göre bir askeri dağılım oluşturulması normal kabul edilebilir. Ancak 1970’lerde bile Sovyet öncelikli dış tehdit ve savunma politikaları hele ki bu durumun askerler tarafından iç siyaseti şekillendirmek için kullanılması demokratik süreci sekteye uğrattığı gibi, uluslararası siyasetin iyi okunamadığı sonucunu ortaya koymaktadır. Bu noktadan sonraki askeri darbe ve müdahaleler ise bire bir Amerikan karargâhlarında tasarlanmasalar bile ordunun batı-kapitalist sisteminden ayrı bir vizyon geliştirme teşebbüsü bulunmadığı için dış mercilerce kesin biçimde reddedilmemişlerdir.


[1] Kenan Kocatürk, Bir Subayın Anıları: 1909-1999, İstanbul, Kastaş Yayınları, 1999, s.420-421
[2] Orhan Erkanlı, Anılar Sorunlar Sorumlular, 3.Baskı, İstanbul, Baha, s.377
[3] Numan Esin, Devrim ve Demokrasi Bir 27 Mayısçının Hatıraları, 2.Baskı, İstanbul, Doğan Kitap, 2005, s.45
[4] Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni Dün Bugün Yarın, İstanbul, Tekin Yayınevi, 1982, s.554
[5] Suphi Karaman, Devrimci Bağımsız Türkiyeci ve Milli Savunma Stratejisi Nasıl Olmalıdır, Ankara, Ulusal Basımevi, 1965, s.17
[6] Milli Savunma Bakanı yapılan Seyfi Kurtbek, asker millet zihniyetini benimsemiş ve Enver Paşa’nın masasını buldurup kullanan Yarbay emeklisi bir asker olarak militarizmin yüksek dozajını tatbik etmek isteyen bir mizaca sahiptir.
[7] Ancak sonuçta emir eri uygulaması kaldırılmıştır. Bu durumu eleştiren askerler, subayların askeri memur olmadıklarını ve paket taşımalarının büyük bir utanç olacağını belirtmişlerdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder