Onur Dikmeci
İkinci
Dünya Savaşı ile muazzam kabul edilen Alman ordusunun durdurulması bu ekolden
hızlı kopuşu da beraberinde getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş kodu
‘’Muasır Medeniyet’’ti ve eninde sonunda model kabul edilecek taraf Batı ekolü
olacaktı. Ancak Mustafa Kemal Atatürk zamanında da Alman ve İtalyan siyasi
sistemlerine iltifat edilmemiş ve Anglosakson tarzı demokrasi biçimi ideal
kabul edilmiştir. Bu sebeple her kurulan yeni sistemde olduğu gibi aksaklılar
yaşansa da neticede varılmak istenen yer kapitalist sistemin içerisinde
kontrollüde olsa demokrasi olduğu için, Türk modernizasyonu dikkatle izlenmiş
Türkiye’nin taleplerine zaman içerisinde konumunun cazip değeri de göz önünde bulundurularak
cevap verilmiştir.
Amerikan
askeri ürünlerinin büyük oranda kullanılmaya başlaması ‘’Ödünç Verme-Kiralama
Kanunu’’ çerçevesinde 1942 yılından itibaren İngiltere aracılığı ile
başlamıştır. Ancak İngiltere kendisi için lüzumlu gördüğü teçhizatlara el
koyarken, Türkiye’ye ikinci el tank-kamyon gibi taşıtların yanı sıra nispeten
daha eski tarihli silahları göndermiştir. Ancak bu gereçler bile o dönem
Türkiye için oldukça önemli nimet hükmündelerdir. 1946’dan itibaren Amerikan
Askeri Yardım Kurulu, Türkiye ile ilgili çalışmalara başlamış ve ordunun
dönüşümü konusunda eksikliklerin saptanması yolu tutulmuştur. Özellikle 1949
yılında Kurul’un başındaki Tümgeneral Lunsford Oliver yerine Tümgeneral
Mcbridge getirilmesinden sonra ordu ile ilgili kurumsal değişiklik önerileri ve
uygulamalarında hızlanma görülmüştür. Bu dönemde yalnızca 3 sene içerisinde
Amerikan Askeri Yardım Kurulu personel mevcudu 459’a kadar çıkmıştır. Yapılan
tespitlere göre ordunun durumu hiç iç açıcı değildir. Ordu dönemin modern orduları
kategorisinden oldukça uzak olduğu gibi subayların talimsizcesine atıl
vaziyetleri yabancı elçilerin bile dikkatini çekmiştir. Türk Ordusu ile ilgili
saptanan eksiklerin başında envanterdeki silahların 1.Dünya Savaşı döneminden
kalma olduğu ve muhabere-istihkam malzemelerinin neredeyse bulunmadığı
gelmektedir. Erlerin çoğunun ayakkabısı bile bulunmamaktadır. Bunun dışında
ordu ile ilgili saptanan en büyük iki eksiklik;
- Okuma-yazma oranı çok düşüktür. Öyle
ki subayların asli görevleri garnizonlar içerisinde oluşturulan okuma
öğretme eğitimlerini ihtiva eden bir mizaçtadır.
- Türkiye’de ulaşım alt yapısı oldukça
zayıftır. Bu durum tehdit anında gerekli ikmâl-lojistik desteğinin yurdun
bir noktasından diğerine ulaştırmakta sorun yaşanmasına sebebiyet verecek
boyuttadır.
Bu
eksiklere yönelik 291 sayılı kanun uyarınca 16 adet er okuma-yazma kursu
açılmıştır. Ayrıca bir plan çıkartılarak Edirne-İskenderun hattı başta 23 bin
km’lik kara yolunun yapılması kararlaştırılmıştır. Bu gibi düzenlemeler
gerçekleştirilmek istendikçe Prusya ekolünden gelen eski kuşak subaylar bunlara
uymamak konusunda diretmişlerdir. Örneğin bu denli kara ağı yatırımı başta
Fevzi Çakmak olmak üzere üst subaylara göre Türkiye’yi, Sovyetler Birliği’nin
işgaline açmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bu sebeple 1922 yılından
itibaren görev yapan Orgeneral Fevzi Çakmak, Genelkurmay Başkan lığından 1944
senesinde emekli edilmiştir. Bu emeklilik eski kuşak subayların tasfiye
edileceklerini ve genç zihniyete yer açılacağının göstergesidir bu sebeple genç
kuşak subaylar arasında tepkiye yol açmamıştır. Ancak emeklilik yalnızca ordu
modernizasyonu bağlamında değerlendirilemez. Çünkü Çakmak, Alman tedrisatından
geçmiştir ve Almanya İkinci Dünya Savaşında yenilmiştir. Bu sebeple Türkiye’nin
de bir tavır göstermesi gerekmiştir. Fevzi Çakmak’ın emeklilik edilişi büyük
sorun yaratmasa bile makam aracı ve emir erinin çekilmesi fevkalade
hoşnutsuzluk kaynağı olmuştur. O dönem ordu da üst kademeleri ve eski kuşak
subayları büyük oranda emekli edecek kapsamlı bir uygulamaya gidilememiştir.
Yardım
Kurulu başkanı Macbridge’in telkinleriyle 1949 senesinde 5398 sayılı kanun
uyarınca Milli Savunma Bakanlığı ve Kuvvet Komutanlıkları oluşturulmuştur. O
döneme kadar kuvvet komutanlıkları yerine numaralı komutanlıklar faaliyet
göstermektedir. Genelkurmay Başkanlığı da, Savunma Bakanlığı’na bağlanmıştır.
Amerikalı uzmanların, Türk ordusunun dönüşümü için belirledikleri bir diğer
yenilik ise Genelkurmayın küçültülerek, kuvvetler üzerindeki ağırlığının
kaldırılması ve Müşterek bir karargâh gibi görev yapmasıdır. Ancak bu duruma
Genelkurmay direnmiştir ve özellikle kara kuvvetleri üzerindeki ağırlığını
devam ettirmiştir. Bu sebeple daha sonradan kurul başkanı olan General Arnold
ile uyuşmazlık ve fikri çatışmalar görülmüştür.
Türk Ordusunun Doktrinsel
Dönüşümü
Ordunun
dönüşümü yalnızca teçhizat, kaynak aktarımı ve heyet telkinleri doğrultusunda
gerçekleşen bir eylem değildir ve bunun mutlaka genel savunma düzeni ile
talimnameleri de ihtiva etmesi gerekmektedir. O dönem de ordunun bu konuda
dönüşümü konusunda çalışılırken subayların görüşleri de askerlerin genel
vaziyetini yansıtmaktadır. Kenan Kocatürk, Alman ve Amerikan sistemini
kıyaslarken şu noktalara dikkat çekmiştir:
‘’
Alman sistemi daha çok inisiyatife yer veriyordu. Savaş stratejisini ve
taktiğini ince bir sanat olarak kullanıp az kuvvetle üstün üstün kuvvetleri
yenmeyi yeğliyordu. Amerikan sistemi ise her türlü olasılığa karşı nasıl
hareket edileceği önceden tespit edilmiş, harekât en bol silah, teçhizat
malzeme, araç ve gereçle, devamlı desteğe dayanıyordu. Yani Napolyon’un dediği
gibi: Para, para, para. Alman sistemi ise: Kafa, kafa, kafa. Tarihi gerçeklere
göre bu ikincisi biz Türklere daha yakın geliyordu. Türk harp tarihi az
kuvvetle üstün düşmana karşı kazanılmış zaferlerle dolu idi.’’[1]
Fakat
artık dünya değişmiştir endüstri devrimi sonrasının düzeni modern ve silah
bakımından üstün olan orduların varlığını gerekli kılmıştır. Türk ordusu
modernize olamamanın sıkıntısını Kıbrıs çıkartmasını on yıldan fazla
erteleyerek belli etmiştir. Ayrıca Türk ordusunda subayların bile kültürel
durumları hiç iç açıcı değildir. Orhan Erkanlı’ya göre ‘’ 1940’lı yıllarda bazı
subaylar harp okulundan sonra gazete bile okumadım’’ diyerek övünmektedirler.[2]
1962 ve 1963 ayaklanma girişimlerinde başı çeken ve özellikle Harbiyeliler
arasında çok sevilen Kurmay Albay Talat Aydemir ise hatıratında eski sisteme
göre yetişen subayların çıkarlarından ötesini düşünmediklerini, eski kuşaktan
ayrışmak için ise kurmay eğitiminin bir kısmını Amerikan sisteminde aldığını
belirtmiştir. 27 Mayıs 1960 hareketinin içerisinde de yer alan Numan Esin ise
Aristo, Descartes gibi filozofları öğrencilik yıllarında okurken yadırgandığını
amirlerinin ‘’ Bu adam piyade ama talimname okumuyor, yığınla garip kitapları
var’’ biçiminde şikayet ederek 21 gün hapis cezasına çarptırıldığını
belirtmiştir.[3]
Ordunun bu durumu kapsamlı bir reforma ihtiyacı olduğunu göstermektedir ve
Amerikan talimnamaleri Türkçeye çevrilerek sisteme kazandırılmaya başlanmıştır.
Orhan Erkanlı bu durumu şu biçimde ifade eder:
‘’
Talimnamelerde Papaz yazılan yere Alay İmamı koyacak kadar sadık kaldık’’[4]
Talimnamelerin
intikaliyle birlikte kurmaylık eğitiminin içeriğiyle ilgili değişikliklerde
yapılmak istenmiştir. Ancak bu konuda Türk askeri yetkililer kuvvet öncelikli
eğitimin korunmasından taraf olarak diretmişler, Amerikalılar ise uluslararası
siyaset düzeyindeki derslerin de eğitime eklenmesi gibi yenilikleri telkin
etmişlerdir. Türkiye’nin genel savunma biçimi de değişmeye başlamıştır. Tamamen
Sovyetler Birliği işgaline karşı oluşturulan ordu dağılım biçimine göre
Boğazların açık ve savunmasız yapısı üzerinde durulmuştur. Buna göre bölgeyi
daha fazla askerle desteklemek yersizdir çünkü bölgedeki birliklerde çok eski
silahlar bulunmaktadır. Ayrıca bölgede bulunan 3 kolordu da zamanla 1 kolordu
seviyesine indirilmiştir.
Amerikan
heyetinin, Türk ordusu ile ilgili reform düzeni ile ilgili tavsiyelerinden
birisi de astsubay sayısının artırılması ve 30 binin üzerinde yeni astsubay
kadrosunun ayırılmasıdır. Ordu bunu kesin olarak reddetmiştir. 27 Mayıs
hareketinin içerisinde yer alan Suphi Karaman bu durumu şu biçimde ifade
etmektedir:
‘’
Bir piyade bölüğünde 17 tane astsubayı tanımıyor benim kafam. Bu Türklerin mali
gücüyle mütenasip değildir. Türkiye tarihi boyunca bir bölüğünde bir astsubay
olunca öpüp başına koymuştur…Bir millet bu kadar milliliğini kaybeder…’’[5]
Ancak
her şeye rağmen sahra ordusu kimliğinden sıyrılan Türkiye hızlı olmasa da
değişim sürecine girmiş ve hafif modernize etkisini kazanabilmiştir. 27 Mayıs
1960 darbesinden sonra eski kuşak subaylar geniş oranda emekli edilerek
yerlerini Amerikan tedrisatından geçenlere bırakmışlardır ve böylece ordu da
bütünüyle Amerikan anlayışı hâkim olmuştur. Bu durumun darbelere kapı araladığı
tek başına geçerli bir teori değildir. Çünkü Osmanlı döneminde de ordunun
gerçekleştirdiği pek çok darbe girişimi görülmüştür. Ordunun modernizasyonu ve
dönüşümü ile ilgili buraya kadar belirtilen ifadeleri sıralamak istediğimizde:
-
İkinci Dünya Savaşı yıllarından itibaren
modernize arayışları başlamış Almanya tarafının kaybedeceği anlaşılınca Amerikan
ekolü tek model olarak görülmüştür.
-
Yardım ve modernize çalışmaları CHP
döneminde başlamış ve Demokrat Parti döneminde devam etmiştir. Bu bakımdan dış
politika ve savunma stratejileri açısından iki parti arasında fark
bulunmamaktadır.
-
Genç subaylar görece daha yaşlı olan subay
diliminin uygulamalarından rahatsızlardır. Ancak Demokrat Parti orduda çok
köklü değişiklere gidememiştir. Demokrat Parti’nin militarizme karşı olan
tutumu da bulunmamaktadır.[6]
Hatta emireri uygulaması ile ilgili münasip olmayan ifadeler kullanan Ahmet
Kocabaş partiden ihraç edilmiştir.[7]
Küçük çaptaki değişiklikler arasında ise askerlik süresinin, Deniz Kuvvetleri
Komutanlığında 3 yıl, Jandarma Komutanlığında 2,5 yıl, diğer kuvvetlerde ise 2
yıla indirilmesi gösterilebilir. Subayların mali durumlarının bozulmaları ve
istifaları yedek subaylardan uygun olanların bir dilekçeyle muvazzaf subaylığa
başvurup kabul edilmeleriyle mümkün olmuş ancak bu biçimde subaylığa kabul
edilenleri harbiye ekolünden gelenler hiçbir zaman benimsememişlerdir. Ayrıca
bu dönemde bazı askeri liselerde kapatılmıştır.
-
Ordu genel olarak Amerikan yeniliklerini
benimsemiştir ancak kara ekolünden ise taviz vermemiştir. Buna göre ordu,
Genelkurmayın ve kara kuvvetlerinin ağırlığının muhafazası, astsubay sayısının
artırılmaması hususunda kesin olarak direnmiş ve bu yönde devam etmiştir.
-
Ordunun dönüşümü, Türk kültür, siyasi
hatta düşünsel hayatının dönüşümünü de tetiklemiş olabilir. Ancak Özellikle
NATO’ya girişle birlikte çağa uygun modern bir ordu oluşturabilme tasavvuru hız
kazanmış ve kısmen başarılı olunmuştur. İlk yıllarda Sovyetler Birliği’nin en
büyük tehdit olarak belirlenmesi ve buna göre bir askeri dağılım oluşturulması
normal kabul edilebilir. Ancak 1970’lerde bile Sovyet öncelikli dış tehdit ve
savunma politikaları hele ki bu durumun askerler tarafından iç siyaseti
şekillendirmek için kullanılması demokratik süreci sekteye uğrattığı gibi,
uluslararası siyasetin iyi okunamadığı sonucunu ortaya koymaktadır. Bu noktadan
sonraki askeri darbe ve müdahaleler ise bire bir Amerikan karargâhlarında
tasarlanmasalar bile ordunun batı-kapitalist sisteminden ayrı bir vizyon
geliştirme teşebbüsü bulunmadığı için dış mercilerce kesin biçimde
reddedilmemişlerdir.
[3]
Numan Esin, Devrim ve
Demokrasi Bir 27 Mayısçının Hatıraları, 2.Baskı, İstanbul, Doğan Kitap, 2005,
s.45
[5]
Suphi Karaman, Devrimci
Bağımsız Türkiyeci ve Milli Savunma Stratejisi Nasıl Olmalıdır, Ankara, Ulusal
Basımevi, 1965, s.17
[6]
Milli Savunma Bakanı yapılan
Seyfi Kurtbek, asker millet zihniyetini benimsemiş ve Enver Paşa’nın masasını
buldurup kullanan Yarbay emeklisi bir asker olarak militarizmin yüksek dozajını
tatbik etmek isteyen bir mizaca sahiptir.
[7]
Ancak sonuçta emir eri
uygulaması kaldırılmıştır. Bu durumu eleştiren askerler, subayların askeri
memur olmadıklarını ve paket taşımalarının büyük bir utanç olacağını
belirtmişlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder