Onur
Dikmeci[1]
Tarihteki
her gelişme ve destekleyici fikirler karşıt fikirleri doğurduğu gibi sanayi
devrimi de kısa sürede karşıtlarını var etti. İngiltere’de 1811 yılından
itibaren örgütlenmeye başlayan işçiler yeni makinalarla donatılan atölyelerin
kendilerini işsiz bırakacaklarını tahmin ediyordu. Ancak Luddite mensupları
yalnızca teori geliştirmediler ve bunu aktif reaksiyona dönüştürdüler. Kendi
aralarında oluşturdukları kod sistemiyle küçük gruplara bölünerek birbirlerine
yalnızca rakamlarla hitap ederlerken belirledikleri atölyeleri ve fabrikalara
saldırarak tahrip etmeye başladılar. Ancak zamanın şartlarına uymayanların bu
şartları tersine çevirmeleri olanaklı değildir. Endüstrileşme o denli kalıcı
olma yolunda ilerliyordu ki bu eylemler kısa sürede bastırılarak Luddite
üyeleri ya idam edildiler ya da sürüne gönderildiler.
Teknoloji
ilerledikçe her toplumun muhafazakârları bu gelişmelere belirli oranlarda tepki
göstermişlerdir. Üretim modellerinin gelişmesi istihdam olanaklarını geleneksel
sektörlere daha fazla daraltacağı için gelişmeler bu bakımdan reddedilme
olasılığına sahip olabilir. Ancak endüstri/teknoloji karşıtlığının devrim
biçiminde devam ettirilmesi gerektiği reddiye alanına özgü özgün bir seçeneği
var etmiştir. Amerikalı Matematik Doktoru Theodore Kaczynski, yazdığı Sanayi
Toplumu ve Geleceği adlı manifestoda sanayi devrimi ve teknolojiyi büyük bir
tehlike olarak tanımlamış ve mutlaka ortadan kaldırılması gerektiğini
savunmuştur. 195.maddede:
‘’Devrim,
uluslararası ve dünya çapında olmalıdır. Ülkeden ülkeye yayılma temelinde
yürütülemez. Örneğin, ne zaman ABD’de teknolojik ilerlemenin ya da ekonomik
büyümenin biraz kısıtlanması öne sürülse, insanlar histeri krizlerine tutulup,
teknolojide geri kalırsak Japonların bizi geçeceğini söylüyorlar. Kutsal
robotlar! Japonlar bizden daha çok araba satarsa, dünya yörüngesinden fırlar!
(Milliyetçilik, teknolojinin en önemli destekçilerindendir.) Daha da
mantıklısı, görece demokratik uluslar geri kalırken Çin, Vietnam ve Kuzey Kore
gibi diktatörlükle yönetilen uluslar ilerlerse, sonunda diktatörlerin dünyaya
hakim olacağı iddia edilebilir. Bu da endüstriyel sisteme mümkün olduğunca her
yerde aynı zamanda saldırılmasının bir nedeni.’’
196.maddede
ise ulusların yıkılmasının endüstriyel ulusları yıkıma götüreceğini
belirtmiştir. Sanayi karşıtı bu tez ile ultra küresel tezler ulusların
varlığına muhalefet noktasında birleşmişlerdir. Ancak ultra küresel tezler
ulusların noktalanmalarını istikrar için gerekli görürlerken, Kaczynaski karşı
devrim için lüzum addetmiştir:
‘’Devrimciler,
dünya ekonomisini birbirine bağlayan anlaşmaları desteklemeyi düşünmelidirler.
NAFTA veya GATT gibi serbest ticaret anlaşmaları kısa vadede doğaya zarar
verebilir, ancak ülkelerarası ekonomik bağımlılığı güçlendirdiğinden uzun
vadede yararlı olabilir. Güçlü bir ulusun yıkılmasının tüm endüstriyel
ulusların yıkılmasına yol açacağı denli birleşik bir dünya ekonomisi oluşursa,
sistemi dünya çapında yıkmak daha kolay olur.’’
204.Madde:
‘’Devrimciler,
mümkün olduğu kadar çok çocuk sahibi olmalıdırlar. Sosyal tutumların önemli bir
dereceye kadar kalıtsal olduğuna dair güçlü bilimsel kanıtlar vardır. Kimse,
sosyal bir tutumun direk olarak insanının kalıtımsal yapısının bir sonucu
olduğunu ileri sürmüyor, ama anlaşıldığı kadarıyla kişisel özellikler kısmen
kalıtsaldır (soydan gelir) ve bu belli kişisel özellikler, toplumumuz
içerisinde, kişinin şu ya da bu sosyal tutumu benimsemesinde etkili
olmaktadır.’’
Bu
manifesto bir teori seviyesinde kalmıştır ve farklı coğrafyalardan insanların
veya bazı organizasyonların gelişmekte olan teknolojik seviyeleri fiili olarak
engellemek istedikleri görülmemiştir. Ancak bu durumun istisnası dünyada 2020
yılında yaşanan Corona virüs salgını olmuştur. Virüsün yayılmasından birkaç ay
sonra bazı ülkelerde 5G baz istasyonları protesto edilmeye başlanmıştır ve 5G
sistemi tetikleyici olarak ilan edilmiştir. Öyle ki İsviçre’de istasyonların
yasaklanması Amerika’da bazı eyaletlerde 5G istasyonlarının ateşe verilmeleri
görülmüştür. İnsanlarda yayılmaya başlayan sağlıklı yaşama karşı feda
edilebilecek teknoloji eğilimi, pek çok teknolojik gelişmenin komplo
teorileriyle algılanmasına yol açmıştır. Bu tip gelişmeler ise 21. Yüzyılın
Neo-Luddit Hareketi olarak görülebilir. Ancak geçmişte olduğu gibi köklü bir
dönüşümün karşısında durabilmek neredeyse imkânsızdır. Her dönüşümün mutlak
kötülük noktasına indirgenmesi de doğru değildir. Yaşanılan çağ kendi
gereksinimlerine göre değerlendirilmelidir. Bu sebeple 5G dışında, insanların
çip takılarak robotlaştırılacağı ve totaliter dijital bir diktatörlük
kurulacağı yakın geleceğe ait distopik senaryolardan en popüleri haline
gelmiştir. Bu senaryoları üretenler indirgemeci zihinlerini tutarsız
teorilerine yansıtmış bulunmaktadırlar. Çipli insanlar ve bu insanları
yönetenler olarak iki temel sınıf belirlendiğinde kimin hani sınıfa dahil
olacağını günümüzün mevcut sınıf olgusu üzerinden değerlendirmek tatmin edici
bir sonuç vermeyecektir çünkü medeniyet değişecekse sınıfların ve ideolojilerin
de değişmesi beklenir.
İnsanların
yerini alacak mekanik şeyler yaratma fikri, kadim Yunan ve Roma mitolojileri
kadar eskidir. Örneğin, Metal Tanrısı (Yunanlılarda Hephaestus, Romalılar da
Vulcan) altından yapılmış mekanik hizmetçilere ev sahipliği yapıyordu. Duruma
göre yarattıklarını ölümlülere de veriyordu. Örneğin Girit Adası’nı koruyan
devasa büyüklükteki heykel Talos, yakınına gelen herhangi bir gemiye kaya
parçaları atıyordu. Eğer herhangi bir yabancı kıyıya varırsa Talos metal
kollarını sıcak kızıl bir şekilde parlatıp, davetsiz misafire ölümcül bir hoş
geldin sarılışı veriyordu. Talos ismi daha sonra Apple bilgisayarlarının
işletim sistemine verildi ve aynı zamanda ABD Deniz Kuvvetleri gemilerinin ilk
bilgisayar kontrollü füzeleri oldu. Bu mitler sadece hikaye değildirler, hem mucitler
hem de gerçek dünya filozofları için ilham kaynağı oldular. Aslında Batı
düşüncesinin kurucu filozoflarından Aristotale (M.Ö. 384-322), zamanında
tamamıyla özgür bir dünyayı şöyle tasvir etmiştir: ‘’Eğer her alet
emredildiğinde veya kendiliğinden uygun olduğu işi yaparsa…, çıraklara veya
lordların kölelerine ihtiyaç kalmayacaktır.’’ Aynı şekilde antik zaman
mühendisleri, genellikle bizim mümkün olacağını düşünmediğimiz ilerlemeleri
yaptılar. M.Ö. 350’de Yunanlı matematikçi Tarentumlu Archytas, buharla uçan
metalden bir ‘’güvercin’’ yaptı. Bunun yanı sıra dünyanın ilk model uçağını
yaparak Archytas, ilk uçuş çalışmalarını gerçekleştirdi. Belki de en etkileyici
olan ‘’Antikythera bilisyaraıdır.’’ M.S. 1900’de Yunanlı bir sünger avcısı,
M.Ö. 100 civarında Girit yakınında Antikythera Adası’nda batmış olan Antik
Yunanistan gemisi enkazını bulmuştur. Enkazda laptop büyüklüğünde küçük bir
kutu bulunmuştur. Tarih girildiğinden güneş, ay ve diğer gezegenlerin
pozisyonlarını hesaplayan 37 tane dişli çarkı vardı. Bilinen ilk mekanik analog
bilgisayar olduğundan övgüye değerdir.[2]
Çok
tanrılı dinden tek tanrılı dine geçişte kalabalık ushabti ordusu tek bir goleme
dönüşür modaya uyup. Talmud’da sözü edilen, ama Yahudi folkloruna esas olarak
Ortaçağ’da karışan Golem de ushabti’ler gibi aslen kilden yapılmadır, ama o bir
hizmetçiden, köleden çok, tek başına bir süper kahramandır. Bir tılsımla
harekete geçecek, Yahudi halkını koruyacak ve işi bittiğinde tılsımla tekrar
heykele dönüşecektir. Ushabti’lerden, golemden, büyülü güçlerden başka
sarılacak dal bulamayan ezilenlerin, ölesiye çalıştırılanların dünyasından
çıkagelir robotlar – ilk kez Karel Capek’in R.U.R. adlı oyununda kullanılan
kelime de, Nişanyan Sözlük’e göre eski Slavca ‘’angarya, mecburi hizmet, köle
emeği’’ gibi anlamları olan robota kelimesinden türemiştir.[3]
Köle
ve süper kahraman arasında gidip gelen robot tanımı günümüzde bazı tezlerde
insanı ortadan kaldıracak ırk olarak ileri sürülmektedir. Aslında her tez
tartışılmalıdır ve bilimkurgu, bilimi de kurgulayanların ufuklarını açıcı bir
enstrümandır. Fakat makine-insan-üretim uyumu ve çatışmalarının ortaya
koyulmaları güncel bir uğraş değildir ve geçmişten beri yapılmaktadır. Sanayi
sonrası toplum karakterini inceleyen Daniel Bell, bu konularla ilgili eserini
yarım asır evvel oluşturmuştu.
Sanayi
sonrası toplumun merkezini oluşturan Beyaz Yakalılar, profesyonel, eğitimli ve
donanımlı yapılarıyla bu yeni toplumun ihtiyacını karşılayabilecek
niteliktedir. Üniversitelerin, meslek örgütlerinin ve diğer tüzel kişiliklerin
de etkin olduğu karar verme biçimi oluşturulmuştur ve mühendisler ile bilim
insanları kilit grubu oluşturmaktadır. Liyakatın ve yüz yüze istihdamın
görüldüğü sanayi sonrası toplumun bazı özellikleri de vurgulanmıştır:
-
Refah artışının sürdürülmesi
-
Hizmet sektörünün oldukça gelişmesi
-
Üretim randımanının yükselmesi
-
Robotik fabrikalar sebebiyle daha az
sayıda insanın sanayide istihdam edilmesi.
Daniel
Bell, 1960 ve 1973 yılında oluşturduğu eserlerde politik fütürist tutarlı bir
bakış açısını yansıtmıştır. Ancak Bell’in öngördüğü Sanayi sonrası toplum
düzeni de hızlı bir değişim sürecine girmiştir. Özellikle liberal kapitalist
bazı politikaların yanlış uygulanmaları ve göç hareketleri sosyal devlet
mekanizmalarını küçülttü ve toplumları genel olarak memnun eden bir sistem
kurulamadı. Otomasyon üretim gerçekleşti ancak üretim ve tedarik zincirinde
insanın rolü tamamen son bulmadığı gibi büyük şehirlerde daha fazla saat
çalışmaya başladı. Orta sınıf kavramının eridiği bu düzeni topyekün distopya
olarak adlandıramayız çünkü teknoloji-bilişim araçlarının hızlı gelişimi yeni
iş sahalarını doğurdu, dünyaya ulaşma ve entegreyi kolaylaştırdı, yeni
ideolojik akımların tartışılmasına yol açtı. Bu süreçte yapılan tartışmalarda
Dördüncü Sanayi Devrimi kavramı da üretim-toplum-yaşam biçimlerini değiştirecek
modeli öngörmüştür.
Endüstri
4.0 ya da 4. Sanayi Devrimi, birçok çağdaş otomasyon sistemini, veri
alışverişlerini ve üretim teknolojilerini içeren kollektif bir terimdir. Bu
devrim nesnelerin interneti, internetin hizmetleri ve siber-fiziksel
sistemlerden oluşan bir değerler bütünüdür. Aynı zamanda bu yapı akıllı fabrika
sisteminin oluşmasında büyük rol oynar. Bu devrim, üretim ortamında her bir
verinin toplanmasına ve iyi bir şekilde izlenip analiz edilmesine olanak
sağlayacağı için daha verimli iş modelleri ortaya çıkacaktır. Endistri 4.0 ise
altı temel prensibe dayanmaktadır:
1)
Karşılıklı Çalışabilirlik: Siber fiziksel sistemlerin
yeteneği ile (örn. iş parçası taşıyıcıları, montaj istasyonları ve ürünleri)
nesnelerin interneti ve hizmetlerin interneti üzerinden insanların ve akıllı
fabrikaların birbirleriyle iletişim kurmasını içerir.
2)
Sanallaştırma: Bu yapı akıllı fabrikaların sanal
bir kopyasıdır. Sistem, sensör verilerinin sanal tesis ve simülasyon modelleri
ile bağlanmasıyla oluşur.
3)
Özerk Yönetim: Siber-Fiziksel sistemlerin akıllı
fabrikalar içinde kendi kararlarını kendi verme yeteneğidir.
4)
Gerçek-Zamanlı Yeteneği: Verileri toplama ve analiz etme
yeteneğidir. Bu yapı anlayışın hızlıca yapılmasını sağlar.
5)
Hizmet Oryantasyonu: Hizmetlerin interneti üzerinden
siber-fiziksel sistemler, insanlar ve akıllı fabrika servisleri sunulmaktadır.
6)
Modülerlik: Bireysel modüllerin değişen
gereklilikleri için akıllı fabrikalara esnek adaptasyon sistemi sağlar.[4]
Üretimin
özerkleşmesi ve neredeyse mükemmelleşmesi, sermaye sahiplerinin arzu edecekleri
bir gelişmedir. Ancak dijital geleceğin yalnızca üretimi kolaylaştırmayla
sınırlı olduğunu düşünemeyiz. Klasik kapitalist sistemde üreticiler aynı
zamanda tüketicilerdir. Üretim ve hizmette insan unsurunun azalmasıyla beraber
atıl duruma düşebilecek insanlar evrensel temel gelir uygulamasında
faydalanabilirler. Fakat bunun için üstel bir otoriteye gereksinim vardır.
Distopik tezler bu noktada devreye girerler insanın; klasik üretim-tüketim
zincirinden soyutlanmasından sonra misyonu devam edemeyeceği için yaşamını
noktalayacağını belirtmek isterler. Ancak bilimi dijital kölelik için
kullananlar olduğu gibi insan-teknoloji entegresiyle yeni yaşam biçimi
yaratabilmek için kullananlar da olacaktır ve bu grubun sayısı azımsanamayacak
kadar fazladır.
Nasıl
ki ütopik bir dünyanın varlığını kesin olarak ortaya koyamazsak distopik bir
gelecek için de kaygılanmaya lüzum yoktur. Çünkü geleceğin ne yönde
şekilleneceğine hemen herkes kendince katkı yapacaktır. Distopik bir geleceği
şart koşanların temel korkuları geleceğin dayanılmaz cazibesine kapılacak
insanların kendiliğinden bu sürece adapte olmak isteyecekleridir. Böylesine bir
süreç ise kölelik olarak kabul edilemez.
[2]
P.W.Singer, çev. Murat
Erdemir ve Tüba Erem Erdemir, Robotik Savaş 21.Yüzyıldaki Robotik Devrim,
1.Baskı, Ankara, Buzdağı Yayınevi, Eylül 2015, s.60-61
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder