İngiltere’nin diplomatik oyunlarla el koyduğu Kıbrıs,
1950’lere kadar Türkiye’nin gündeminde yer bulmadı. Öyle ki o dönemde
birbirlerini ardına Dışişleri Bakanlıkları yapan Fuad Köprülü ve Fatin Rüştü
Zorlu, Kıbrıs ile ilgili konular gündeme getirilmeye çalışıldıkça bu işin ikili
anlaşmalarla hallolduğu mealinde açıklamalarda bulundular. ENOSİS’in
yükselmesine paralel olarak Amerikan Özel Harbi gereği 1955’ten itibaren Kıbrıs
Türkiye’nin de ilgilendiği konu başlıkları arasında yer aldı. Çünkü bir tarafta
kontrolsüz yükselen Yunan Milliyetçiliğinin dengelenmesi gerekmiştir. Ancak her
ne kadar Kıbrıs konusundaki Türk hassasiyeti dış lobilerin kaşımasıyla
nüksetmişse de zaman içerisinde mantıklı tarihi ve güncel dramların göz önünde
bulundurulmasıyla stratejik bir seçenek olarak belirecektir. Bu bağlamda coğrafyada
yaşayan Türklerin katliamlara tabi tutulması Türkiye’yi son derece rahatsız
etmiş ve 1963’den itibaren Ada’ya müdahale kararı gündeme getirilmiştir. Bu
karar Milli Güvenlik Kurulunda olumlu karşılansa bile dönemin Başbakanı İsmet
İnönü tarafından askeri yetersizlik nedeniyle mani olunmuştur. Fakat yine de
Türkiye zorlayıcı diplomasinin tüm imkânlarını kullanmış, kısmi bombardıman ve
Türk jetlerinin alçak uçuşları yanı sıra uluslararası mekanizmaları devreye
sokacak adımlar atmak istemiştir. On sene kadar bu yönde adımlarla geçen süreç
sonunda ise 1974’yılında Kıbrıs’a müdahale edilmiş ve bölgede 1983 yılında
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti resmi olarak kurulmuştur. O günden beri ise Kuzey
Kıbrıs dünyada tanınmamaktadır. Her ne kadar çeşitli modeller ortaya atılsa
bile bu durumun uzun müddet boyunca bu şekilde devam edeceği düşünülebilir.
Türkiye’nin karacı ağırlıklı güvenlik ve strateji
ekolü bir süredir Mavi Vatan doktrini ile Doğu Akdeniz ve Akdeniz’in de hedef
belirlendiği yeni bir güvenlik perspektifini gündeme getirmiştir. Bu yalnızca
deniz ve enerji jeopolitiğiyle açıklanamaz burada yeni ittifaklar oluşmakta ve
yeni bloklar üzerinden diğer alanlara da sirayet edecek çekişme ve bölüşmenin
yolu oluşturulmaktadır. Türkiye’nin, Libya’da askeri güçleriyle de bulunması
doktrini stratejik ve uzun vadeli olarak uygulamak istediğini ilan etmektedir.
Bu yönde girişimler yaşanırken Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın
Türkiye’yi sınır güvenliğini temin etmeye yönelik Suriye’ye dönük operasyonları
sebebiyle eleştirmesi hatta kan dökücü ve bozguncu olarak nitelemesi ve
bölgesel barışın önündeki engel olarak ifade edilmesi şimdiye kadar Türkiye’ye
bir Türk Devlet Başkanı tarafından yöneltilmiş en büyük eleştiri ve hakarettir.
Akıncı dili ve siyasetinin Kuzey Kıbrıs’ta yükselmesi ve alıcı bulması,
gençlerin Türkiye’ye muhalif tutumları ile birleşince Türkiye’nin
gerçekleştirmek istediği politika daha da zora girecektir. Çünkü ne zaman bir
adım atılsa diğer ülkeler ve lobiler tarafından ‘’Önce kendi devletinize bakın,
bizim dediğiniz Kuzey Kıbrıs’ın Devlet Başkanı bile sizi kan dökücü ve
çözümsüzlük önündeki yegane faktör olarak görüyor’’ biçiminde gündeme
taşınacaktır. Akıncı ve taraftarlarının bu gibi çıkışları ile Kuzey Kıbrıs
toplumunun Türkiye siyaseti ve stratejisinden kopması hangi grupları ve
ülkeleri sevindirir?
Türkiye’nin asker ve sivil kurmay kadrosunun büyük
emeklerle hazırladıkları ve uğrunda silahlı kuvvetlerimizin canlarını feda
ettikleri Akdeniz politikamız Mustafa Akıncı ve birkaç şımarık Kuzey Kıbrıs
siyasisi ve vatandaşlarının fevri ve lüzumsuz çıkışlarına terk edilemez.
Herşeyden evvel bu bir ulusal stratejidir bundan dolayı ise uzun vadelidir.
Devletin milleti ile birbirlerine güven içerisinde destekledikleri stratejinin
tehlikeye atılmaması herşeyin üzerinde bir anlamı ifade eder. Bu bağlamda şu
soruyu sormak artık elzem hatta Akdeniz Politikasının ana ilkesi haline
gelmiştir: Tarih Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığımıza Yeni Bir Sorumluluk
Verirse bunun neticesi nereye varabilir? Türkiye’nin planı ve onayı dahilinde
başlatılacak bir girişimle Mustafa Akıncı görevden uzaklaştırılsa ve Kuzey
Kıbrıs parlamentosu bir süreliğine askıya alınsa bu durum ne gibi bir kaotik
sonucu doğurur? Ön planda askerlerin bulunduğu bir girişim ilk etapta darbe
olarak nitelense bile Türk Milletinin bütününe yakını tarafından destekleneceği
için bu fiil darbe değil Milletin ihtilâli olarak adlandırılacaktır. Kuzey
Kıbrıs ise zaten uluslararası arenada tanınmadığı için hiçbir ülke bu ülkeye
ambargo uygulayamayacaktır. Doğu Akdeniz sonrasında Akdeniz stratejisinin odak
noktasında Kuzey Kıbrıs bulunmaktadır ve Kuzey Kıbrıslı bazı siyasilerin ve
toplulukların uluslararası lobilerle dirsek temasları bu ülkeyi kendi haline
bırakarak olgunlaşmasını takip etmeye yönelik girişimi ortadan kaldırmıştır.
Türkiye’nin telkin, yönlendirme hatta diyalog çabası bile artık görmezden
gelindiğine göre Güvenlik Kuvvetlerimizin kansız ya da kanlı müdahalesine giden
yol kendiliğinden açılmış bulunmaktadır. Bu dakikadan sonra bölgedeki oyun kurucu
Türkiye’nin talimatıyla harekete geçmesi muhtemel Güvenlik Kuvvetleri
Komutanlığı’nın önünde durmak yerine bu çaba milli bir atılım telakki edilmeli
ve bu yönde Kıbrıs halkı tarafından muamele görmelidir. Akdeniz’de ki kalıcı
barış ancak bu biçimde sağlanabilecektir.
ONUR DİKMECİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder