9 Aralık 2018 Pazar

BİR BURJUVA DEVRİMİ OLARAK FRANSIZ İHTİLÂLİ'NDE JAKOBENLER, MASONLAR VE İLLUMİNANTLAR ETKİSİ Mİ?


Onur Dikmeci




Fransız İhtilali'nin iç nedenlerinin başında gösterilen sebepler arasında ekonomik durumun özellikle İngiltere ile yapılan Yedi Yıl Savaşları'ndan sonra gittikçe bozulduğu halkın derebeylik döneminden bile daha zor sosyal ekonomik koşullara düştüğüdür. Buna mukabil Kraliyet Ailesi'nin elit durumu ve Kraliyet Sarayı Versailles'da gerçekleştirilen muazzam harcamalarla adeta başka bir devlet gibi görüntü çizmesi tepkilari oldukça artırıyordu. Öyle ki artık kral Paris'de dolaşamaz olmuştu.
Fransa bir ulusal devletti fakat feodalite siyasi olarak etkisini yitirmesine rağmen sosyal ve siyasi olarak devlet içerisindeki ayrıcalığını koruyordu. Bunun dışında Fransa parçalı bir toplumsal yapıya sahipti.
Soylular nüfusun yüzde ikisini oluşturan fakat ülke topraklarının neredeyse dörtte birine sahip olan ve en üstte yer alan tabakaydı. Ordunun ve din adamlıklarının en üst rütbelerine atandıkları gibi vergi ödemezlerdi. İmparatorluğun ekonomik olarak zora girmesi ve ek vergiler koymak istemesine şiddetle karşı çıkmışlar ve adaletsiz vergi düzeninden taraf olmaya devam etmişlerdir. Papazlar ayrıcalıklı ikinci sınıftı. Ülkenin papaz nüfusu yüzde bir olmasına rağmen kilisenin toprakları ülkenin yüzde onuna denk düşmekteydi.
Burjuvalar ise ticaretle uğraşan toplumsal tabakada üçüncü sınıfı oluşturan gruptu. Aralarında aydın çok sayıda bulunurdu. 17. yüzyıldan itibaren güçlenmeye başladılar, vergilerini ödedikleri halde siyasi haklardan yeterince yararlanamamışlardır. Bu sınıf özellikle soylulara tanınan imtiyazlara karşı çıkıyordu ve Fransız Ayaklanması işte bu grup tarafından organize edilecekti.
En alt sınıf ise köylülerdir. Nüfusun büyük bölümünü oluşturan büyük yük omuzlayan ancak her geçen gün yaşam koşulları zorlaşan köylüler her siyasi haktan yoksun durumdaydılar.

Bu iç nedenlerin dışında ihtilale sebebiyet veren dış nedenler üzerinde durmamız gerekiyor. Bunlardan birincisi aydınlanma düşüncesidir. Özellikle Rönesans Reform hareketleri skolastik kalıpları sarsmış ve akıl kavramını merkez almıştır. İkinci neden ise Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve savaşın olumlu sonuçlanmasıdır. Bu savaşta yer alan Fransızlardan ülkelerine dönenler Bağımsızlık ve Bağımsızlık Bildirisi gibi kavramları gündeme getirmeye başlamışlardır.

Montesquieu'nun Kanunların Ruhu ve Rousseau'nun Toplum Sözleşmesi adlı eserleri temel olmuştur. İlki yasama , yürütme ve yargının ayrılması ve kuvvetlerin birbirlerini durdurması gerektiğini öne sürmekteydi. Diğeri ise insanların kendi aralarında yaptıkları sözleşmeyle devleti kendi iradeleriyle kurduklarını anlatarak egemenlik anlayışını değiştirmiştir.
Voltaire ise feodel sisteme ve kiliseye karşı çıkmıştır. Ona göre katoliklik peşin hüküm ve bağnazlıkla eşdeğerdir. Bunun dışında dine toptan karşı değildir. Din olmadan küçük bir köyü bile idare etmek mümkün değildir. Din ile papazları kesin olarak birbirinden ayırmaktadır dine inanılmalı fakat papazlara kesinlikle itibar edilmemelidir.

5 Mayıs 1789'da ekonomik soruna çözüm bulmak için toplanan Etats Generaux, çalışma süresi içinde yeni bir anayasa hazırlanmasınıda gündeme getirdi. Böylece meclis ihtilalci bir vaziyet almış oldu. Paris'te halkın desteği ve kralın yabancı korumalarına karşılık halktan oluşan ulusal oldu Prais Belediyesi'ni ele geçirdi ve Bastille Hapishanesi'ni basarak mahkumları aralarına kattı. Tarih kitaplarının bazıları Bastille'de bulunan mahkumların düşünce suçluları olduklarını kaydetmiştir. Oysa Bastille, adli suçluların ağırlıkta bulunduğu bir cezaevidir.
İhtilal ve izleyen süreçte kral kraliçe ve hanedanlığa mensup bazı üyeler idam edilmiştir. Bu evre siyasi literatürde terör dönemi olarak adlandırılır. Özellikle hanedanlık mensupları ve din adamlarına karşı uygulanan sert cezalandırma yöntemleri ve bu yeni dönemin iddia ettiği gibi her bakımdan rahat, müreffeh bir ortam sunamaması eleştirilmiş ve ihtilalin masonik yahudi komplosu olduğu yönünde teoriler işlenmiştir. Gerçekten de ihtilal öncesi süreci ve sonrasında ülkedeki mason locaları ve cumhuriyetçi tepeden inmeci jakoben klüplerinin sayılarında artma görüldüğü gibi ihtilalin öncüleri aydınların ekseriyeti masondu.
Murat Sarıca 100 Soruda Fransız ihtilali isimli kitabında bu konuyu bilimsel olarak izah etmeye çalışmıştır:

'' Masonluk, Fransa'ya İngiltere'den geçmiş olan örgütli bir fikir akımıdır. Mason belgelerine göre Fransa'da 1776 yılında 198 olan locaların sayısı 1789 yılında 629'a yükselmiştir. Aynı yılda mason biraderlerin toplamı otuz bin çevresindedir. Touchard'a göre bu dönemde, Montesquieu, Diderot, d'Alembert, Helvetius, Voltaire, II.Frederik, Lessing, Herder, Mozart, Washington, Franklin, belki de Kant masondurlar.
1733 yılında amson locaları başkanı olan Ramsay'e göre masonluğun o dönemde dayandığı temel düşünce insanlığa hizmet ve insan sevgisidir. Amacı vatan sevgisine sırt çevirmeden insanların güzel sanatlar, erdem, bilim ve din yoluyla yakınlaşmalarını ve kardeşliği sağlamaktır. Böylece bütün milletlerin insanlığın ortak malı olan ve insanlığı mutlu kılan ürünlerden yararlanmaları mümkün olacaktır.
Touchard'ın belirttiği gibi Fransız İhtilalinin patlamasında önemli rol oynadığını savunan ve 1940'larda revaçta olan görüşün gerçeklik payı son araştırmaların ışığında sanıldığı kadar fazla değildir.
Theodore Ruyssen, ihtilal öncesinde mason localarında monarşiye karşı bir komplo hazırlandığına dair hiçbir işaret olmadığını belirtmiş öte yandan masonluğun okültizim ve mistisizm ile bağları üzerinde durmuş bu akımın akılcılğıa karşı oluşuna işaret etmiştir.''

Bize göre bu cümleler masonluğu aklamak yerine masonluğun esas misyonun açıklamaya yöneliktir. Özellikle masonluğun okültizmle bağına vurgu yapmak, masonluğun ihtilal içeirisinde yer alıp almamasından çok daha önemlidir. Gerçekten de masonluk semavi dinler ve ideolojiler ile açıklanamayacak kadar pagan kökleri bulunan bir öğretidir. İhtilallerin ana dinamosu masonluk olmasa bile bu durum okültizmin cemiyetlerde yaşatıldığını ve bu cemiyetlerden birinin de masonluk olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.

Türk siyasi ve kültürel literatürüne Yahudi karşıtlığını ilk sokanlardan olan ve masonlarla ilgili çalışmalarda bulunmuş Ziya Uygur, masonların siyasi ve askeri zümreyi sardığından bahseder:

'' Kraliçe Marie Antoniette'nin sarayı 1781'de tamamen masonlaşmıştı... Başlangıçta subay adayları pek seyrek oldukları halde ihtilale yaklaşıldığı sıralarda bunların sayısı artar, fakat soğuk bir surette karşılanırlar. Büyük Maşrık'ın sicillerine göre; 1787'de faaliyet halinde 69 askeri vardır ki, bu her iki alaya bir mahfil demek olur, bu da en az 1800 subay ve subay adayına varır demek ki ihtilalde Fransız ordusunun hemen bütün subayları masonlaşmıştır.''

Uygur, ihtilalin dine karşı olduğunada emindir. Dayandırdığı tarihi delillerle bunu ispatlamak ister.

1793'te Abbeville'den halka papazların siyahlar giyip kuklalar oynatan birtakım soytarılar veyahut Pierrolar olduğunu ve yaptıkları her şeyin para koparmak için maymunluktan ibaret bulunduğu'' söylenmiştir. Aynı yıl Notre Dame Kilisesi'nde hürriyet şenliği yapılmıştır. Şenlik açıkça hıristiyanlık karşıtı bir tutum almıştır. Yapılan konuşmada akıl ve mantık isminin bu kilisenin adı olarak belirlenmesi dile getirilmiştir.

Kutlamalarda mason geleneğinin dayandığı köklerden unsurlarda yer aldı. Herşeyi gören gözlü flamalar meydanlara indirildi. Devrim simgesi mavi kırmızı beyaz elbiseli kız Kybele misali Frigya Beresiyle gösterildi. O günlerdeki yayınlarda bu durum ''Büyük Anne Avrupa'ya Geri Döndü'' olarak yer almıştır. Yine devrim simgesi heykellerden bazıları Greko Romen kıyafetli Frigya şapkalı kadın biçiminde yapıldı. Takvim ise kadim Mısır medeniyetinde olduğu gibi otuz altı dekana bölündü.

Devrimi izleyen süreçte Avrupa'da ve Fransa'da 1830-1848 ihtilalleri yaşanmıştır. Fransız İhtilali'nin mason-illuminant kökleri veya bu ezoterik akımların etkileri çoğu literatürde irdelenmesine karşın özellikle 1830 ihtilalleri üzerine etkileri hususunda kapsamlı bilgiler yoktur. Oysa sırasıyla burjuva ve işçi devrimleri olarakda adlandırılan süreçler en az 1789 gibi önemlidir.






Fransa’da 1848 ihtilâli

1830 ihtilâlinde yerinden edilen Kral X.Charles, hükümdarlığı zamanında belirli bir kesime, asillere ve kralcılara dayanmıştı. Louis-Philippe ise burjuvaziye dayanmıştır.
Louis Philippe kral olduktan sonra zengin burjuvazi ile yakın münasebetler kurdu. Sarayını burjuvaziye açtı. Bu durum kendisine karşı bir muhalefet doğurmaktan geri kalmadı. İşçi sınıfının da çıkarlarını gözetecek bir demokrasi kurulamamıştı. Louis Philippe liberal fikirlerden uzaklaşmaya başladıkça muhalefet şiddetlendi. 22 Şubat 1848 günü işçiler ve öğrenciler ayaklandılar. Halk silah satan dükkanları yağmaladı, sokaklarda barikatlar kurdu. Artık Paris’te iç savaş başlamıştı. 24 Şubat günü kral oğlu lehine tahttan çekildi ve İngiltere’ye sığındı. Kurulan geçici hükümette genel oy ilkesi kabul edildi.


1848 devrimleri ile ilgili ortaya atılan görüşlerden biri bu süreçte Mısır Riti'nin bir fabrika işlevi gördüğü yönündedir. Bu rit, Asyalı Kardeşler ekolünün etkisini taşıyordu. Mısır Riti'ni Masonluğa sokan kendisi bir İlluminant olan Cagliostro'dur. Aslında Mısır'ın Napolyon tarafından işgal sırasında Cagliostro Örgütü de Mısır'a taşınmış olundu böylece bu grup Mısır'daki İsmaili Masonluğu ile tanışmış oluyordu. Diğer adı Luxor Hermetik Kardeşliği olan İsmaili Masonluğu, Kahire'de Büyük Doğu Locası'nı kurdurmuştu. Napolyon'da bu cemiyet tarafından Keops piramidinde bir ritüel sonucunda takris edilmişti. Kont Aziz Germian tarafından inisye edilen Samuel Honis bu Mısır Riti'ni daha sonradan Fransa'da kurumsallaştıran kişi olacaktır. İşte Fransa'ya taşınmış bu Mısır Riti'nin bir müddet yer altında örgütlendikten sonra ortaya çıktığı tarih 1848'e denk düşmektedir. Bu ekolü temsil edenlerden birisi de Komünist Ligi'nin kurucusu Karl Marx'dır. Marx'ın manifestosu, mensubu olduğu localar sebebiyle yıkıcı bir illuminati komplosu olarak görülmüştür. Niyeti ne olursa olsun bu durum provoke aracı olarak kullanılmıştır çünkü Marx'ın sözcülüğünü yapan Fransa'daki devrimin lideri Memphis Riti'ne bağlı Louis Blanc idi.
Dikkat edilirse bu evrede bahsettiğimiz masonluk günümüzdeki masonluktan oldukça farklı ve ezoterik içeriklidir. Dolayısıyla adı o dönem için mason veya farklı bir mason locası olarak anılsada aslında tam manasıyla ''aydınlanmacı'' etkiyi taşıyan paganik yapıyı ifade etmektedir. Özetçe ifade edilmek gerekirse Fransız İhtilâli yalnızca masonların ve jakobenlerin ya da masum halk kitlelerinin ürünü değildir. Jakobenler ve aydınlanmacı paganistler bu ayaklanmanın özellikle sonraki sürecinde varlardır fakat bu durum krallık dönemindeki din emek vicdan sömürüsünü görmezden gelmemize sebebiyet veremez.
Bugünde aynı bölgede yaşanan gelişmeleri tek başına küresel komplo olarak yorumlayamayız ancak hak arayışının provoke edilmesi ve global elitlerin arzularınca yönlendirilmesi de kaçınılmaz bir gerçektir. Hulasa dünyadaki hiçbir gelişme kendi doğal döngüsü dahilinde sürmemektedir. 


7 Aralık 2018 Cuma

DOĞU AKDENİZ HAKİMİYETİNİN ÖNEMİ VE TÜRKİYE: AKDENİZ STRATEJİSİ OLAMAYAN BİR TÜRKİYE'NİN KARŞILAŞACAĞI KAOS SEÇENEKLERİ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ


                                                                                                            Onur Dikmeci





Her önemli medeniyet Akdeniz coğrafyasında kurulmuştur. Tarih tekerrürden ibaret değildir ancak belirli bir istikamette ilerlediği için gelecekte olayların yorumlanmasında önemli bir veri kaynağını teşkil etmektedir. O halde Akdeniz'in geçmişteki öneminin günümüz ve gelecektede devam etmesi çok olasıdır. Zaten Doğu Akdeniz çevresinde enerji arama faaliyetleri ve buna İtalya, Yunanistan, Mısır, İngiltere, Türkiye, İsrail gibi ülkelerin müdahil olmaları coğrafyanın öneminin yanında stratejik zorunluluk olduğunuda göstermektedir. Özellikle Doğu Akdeniz coğrafyası enerji politikalarından ibaret bir tanımlada anılamaz. Çünkü Akdeniz ülkelerindeki istikrarsızlıklar tarihin soğuk savaş evresinde tasarlanan ancak uygulanamayan Akdeniz Birliği projesinide gündeme getirmiştir ve bu seçenek ilerleyen zaman diliminde daha çok anılacaktır. Türkiye'nin bölgede bulunması ve bölgenin kültürel havzası dahilinde olması zaten bu olaylara ilgi duymasının yanında stratejik seçenekleri uygulamasını zorunlu kılmaktadır. Ancak Türkiye, bu coğrafyada hakimiyetini kaybederse pekçok alanda istikrarsızlık yaşayabilecek ve mevcut konumunda doğan poatnsiyelini kullanamadığından ötürü önemli bir aktör olma vasfını yitirebilecektir. Türkiye'nin, Doğu Akdeniz'de üstünlük iddiasını kaybetmesi durumunda hani olumsuzlukları yaşayabileceğini başlıklar halinde inceleyebiliriz.






Türkiye Enerji Üssü Olabilme Potansiyelini Yitirebilir Türkiye'nin konumu ve özellikle Neo Osmanlı projesinin uygulandığı dönemde işlenen tezlerden birisi de bir enerji üssü/HUB haline gelmesiydi. Gerçekten Hazar başta olmak üzere, Irak kürt petrolü ve Akdeniz bölgesinde bulunan doğalgaz Türkiye üzerinden Avrupa'ya ulaştırılabilirse Rusya'nın alternatifi yaratılacağı gibi Türkiye'nin ikili konularda pazarlık payı yükselecekti. Fakat Neo Osmanlı projesinin çökmesi Doğu Akdeniz'de Rum, İsrail ve Mısır'ın doğlagaz arama çalışmaları ve mevcut doğalgazın Girit üzerinden İtalya ve Avrupa'ya dağıtılma projesi/EASTMED Türkiye'yi bypass etme projesi olarak uygulanmak istenmektedir. İsrail, Irak, Mersin, Güney Kıbrıs'ın koordineli hareket etmeleri, İpek Yolu projesinin deniz yolu güzergahının geçmediği Türkiye'yi bir de enerji/deniz kombininde zora sokacaktır.






Türkiye Küresel Olaylardaki Etkisini Yitirebilir Din tarım İmparatorlukları zamanında politik icranın yönü genellikle devletin istekleri doğrultusunda bu istekleride kimi zaman yönlendirebilen aristokrasi, seçkin zümre ya da halkın katkılarıyla ortaya koyulurdu. Özellikle Westfalyan sistemin oluşmasından sonra her topluluk bir ulus, her ulusa devlet, her devletin tek meşru otorite olması ve her devletin kesin sınırları bulunması gibi bir düzen oluşmuştu. Ancak endüstriyeleşme ve bilgi teknolojilerininde yaygınlaşması özellikle 1970'lerden itibaren daha az devlet kavramının gelişmesine yol açmıştır. 1978 Washington Mutabakatı'nın sağladığı ortam neo liberal politikaların İngiltere başta Avrupa, Abd, Kanada, Türkiye ve Çin gibi ülkelerde uygulanmasını kolaylaştıracaktır. Oldukça kapalı bir görüntü sergileyen Çin o tarihten itibaren Abd'ne gönderdiği yıllık ikibinden fazla öğrenciyle batı kapitalizmiyle tam uyumlu bir strateji izleyeceğinin işaretini vermiştir. Sovyetler Birliği'nin de dağılmasıyla dünya siyasi kutup tanımında değişikliğe gidilmekle beraber siyaset ve devlet yumuşak güç ile kamu diplomasisi kavramlarıyla anlamlı haline geldi. Bütüncül tek bir toplum yaratma konusundaki bazı finansal siyasal oligarkların telkinleri ve internetin sınır zaman mekan kavramını flulaştırması yumuşak gücü akıllı güce, kamu diplomasisini ise yeni kamu diplomasisi kavramına adeta evirdi böylece devletlerin meşrutiyetleri devam etmekle birlikte bireyler, teknoloji, medya, Uluslararası organizasyonlar ve sivil toplum devletlerin egemenliklerini paylaştıkları en önemli aktörler haline geldi. Devletler artık tebalarının rıza ve isteklerini değil başka ülkeler ve coğrafyalardaki insanlarında kimi zaman rızalarına başvurmak zorunda kalacaklardı. Çin'in Dünya Ticaret Örgütü'ne üyeliği batı pazarını Çin mallarıyla doldururken, 2013'den itibaren Tek Kuşak Tek Yol projesi uygulamaya koyuldu. Projenin en önemli ve ilk hattı Pekin Londra ayağını oluşturacak olsada zamanla bütün ülkelerin entegre olacağı küresel bir sosyal ekonomik sistemin inşa edileceği bir evreye girildi. Projenin destekçileri ve muhalifleri, sınırların inceldiği, siyasetin kabuk değiştirdiği düzlemde eski siyasal sorunları gündeme getirme onarma stratejilerini uyguladıkları gibi yeni sorunlarında icat edilmesi kaçınılmaz oldu. Buna göre şimdilik 21 trilyon dolarlık projenin kara, demir ve deniz ağları ile desteklenmesi oldukça ciddi bir istekle uygulandığını göstermektedir. Tabiki bu denli büyük maliyetli yeni bir sistemin önemli noktalarında sorunların olması kaçınılmazdı fakat bu, küresel dünyada coğrafyanın ve siyasetin ne kadar bir bütün olduğuda düşünüldüğünde bir bölgedeki sorunun alında diğer bölgeyle bağlantılı olduğunu ya da tetikleyeceğini unutulmadığı sürece anlamlıydı. Buna göre yakın geçmişten itibaren Kuzey Kore Güney Kore gerilimi akabinde aynı masaya oturmaları, Japonya'nın sınırları dışında faaliyet göstermesi, Myanmar, Kaşgar ve Belucistan bölgelerindeki sorunlar, Abd donanmasının uzak denizlerde etkinliğinin artması, Çin'in Vietnam ve Filipinler ile olan ada adacık sorunları ile İran'da meydana gelen lokal nitelikli ayaklanmalar, Barzani referandumu, 15 Temmuz 2016 kalkışması, Mısır olayları, Suriye iç savaşı, Kudüs kararı, Kıbrıs konusundaki istekler bir bütündür. Hulasa Güney Çin denizinden itibaren yaşanan gelişmeler Akdeniz'den ve Doğu Akdeniz'den bağımsız düşünülemez. Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de etkinliğini yitirmesi domino etkisiyle Süveyş, Kızıldeniz, Güney Çin boyunca zayıflamasına yol açacağından yeni proje İpek Yolu'nda kilit ülke konumunda bulunmasına rağmen potansiyelini ortaya koyamamasına yol açacaktır.


Türkiye Deniz Hava Uzay Ekolünün Tasfiye Edildiği Karacı Bir Devlet Haline Getirilebilinir Jeopolitik kavramın kuramsallaşmasınının yanında devletler tarafından uygulanmaya koyulması hakimiyet sahalarını değiştirdi. Bu kuramlar arasında gösterilen ve Alfred Thayer Mahan'ın kurguladığı Deniz Egemenliği denizlerden yalnızca askeri güç olarak yararlanılmaması ekonomik ve sosyal kavramlarında deniz odaklı olması gerektiğini izah eder. Bu stratejiyi sırasıyla uygulayan Britanya ve Abd dünya denizlerindeki egemenlikleri ile intikal ve ticaret liderliklerini de pekiştirmişler ve lider ülkeler haline gelmişlerdir. Denizcilik Türkiye içinde önemlidir çünkü jeopolitik olarak Türkiye'nin üç tarafı denizlerle çevrili olduğu gibi Kuzey Kıbrıs ve Hatay Doğu Akdeniz'de önemli bir hakimiyet alanına Türkiye lehine olanak tanımaktadır. Her ne kadar Prusya ekolüne dayalı karacı bir sistem benimsense de zamanla Deniz Harp Akademisi'nin kurulması, deniz müfredatının geliştirilmesi ve 1974'den sonra gerçekleştirilmek istenen sanayi atılımı önemli bir avantaj sağlamış fakat 1980'lerden itibaren Deniz Harp Okulu'nda Uluslararası İlişkiler bölümünün kaldırılması ve Donanma Vakfı'nın kapatılması elitist karacı ekolün güvenlik konsepti ve rotasına hakim olacağının işaretlerini vermiştir. Milli gemi ve denizaltı yapım aşamalarının illegal terör örgütlerinin operasyonları neticesinde akamete uğratılma teşebbüsleri son zamanlarda ileri savunma atılımı sayesinde aşılmaya başlanmıştır. Aslında lobilerin Türkiye nezdinde tasarladıkları model deniz hava ve uzay gücünden arındırılmış buna mukabil kara kuvvetleri oldukça öne çıkarılmasının yanında karargahının Ankara'dan taşınması ile oluşturulması muhtemel ortadoğu ordusu ie koordineli bir yapıya dönüştürülmesidir. Tek başına deniz gücü ve stratejisi de tek yönlü bir girişimdir ve Türkiye gibi önemli mevkide bulunan ülke için ulusal stratejiyi tek başına karşılamakta yetersizdir ancak çok yönlü güvenlik stratejisi içinde bulunması gereken faktörlerden biridir. Doğu Akdeniz hakimiyetinin kaybedilmesi kademeli olarak deniz hava uzay çizgisinden uzak karacı Türkiye'yi var edecektir.

Türkiye'de ki Milliyetçilik Lobiler Nezdinde Yeniden Kurgulanmak İçin Kullanılabilir Dünya'da yükselen milliyetçiliğin yansımasının yaşandığı ülkelerden biri Türkiye'dir. Türkiye'de siyaset ve sosyal zeminde yükselen milliyetçilik dışlayıcılık ve ırkçılıktan uzak, duygusal ve reaksiyoner bir kapsamı ihtiva etmektedir. Buna göre Türkiye'nin jeopolitik kaybı ya da Kuzey Kıbrıs gibi vatan parçasında milliyetçi tahayyülün istediği karşılığı bulamaması milliyetçiliğide zorlu bir sınav sürecine sokacaktır. Buna göre;

-Türk Milliyetçiliğindeki kırgınlığın etkisiyle Türkiye içinde dönebilir.
-Türk Milliyetçiliği daha da yükselebilir. Bunun karşısında diğer etnik gruplarda da milliyetçiliği yükseltmek isteyecek hakim grupların tezleri uyarınca kaos stratejisi uygulamaya koyılabilir.
-Türk Milliyetçiliği yeniden tanımlanmak durumunda kalabilir.


Türkiye'nin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz'de hakimiyetini yitirebilmesi olasılığı şüphesiz burada bahsedilmeyen başka neticelerede yol açabilir. Seçeneklerin daha da çeşitlendirilmesi muhemeldir. Fakat Türkiye'nin ''Hayati Önemli Stratejisi'' uyarınca ilk bakışta; enerji, deniz, milliyetçilik ve küresel vakaların aleyhte seyredebileceği vakalar görülecektir. Buna karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ilk ziyaretini Azerbaycan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne gerçekleştirmesi yeni bir referans noktası belirlemeye yönelik girişimdir ve önemlidir. Hazar Akdeniz dengesi, Türkiye'yi Kafkasya, Ortadoğu ve Orta Asya üçgeninin merkezine yerleştirebilme teşebbüsünden başka Bir şey değildir.


Peki Türkiye'nin stratejik seçenekleri neler olabilir?

-Türkiye mutlaka askeri alanlarda deniz ve havacılık konularına eğilmelidir.
-Doğu Akdeniz coğrafyasında aynı anda; Mısır, İsrail, Rusya, İtalya, ABD ile çatışılamaz. Öyleyse asggari müştereklerde buluşulabilecek bir ittifak modeli oluşturulmalıdır.
-Enerji çalışmaları enerji bakanlığı ile sınırlanamayacak oranda istihbari ve askeri temellidir. Bunun için mutlaka Milli Enerji Politikası belirlenmelidir.
-Milli Güvenlik Kurulu bu süreçte etkin kullanılmalı askeri ve siyasi bürokrasi işbirliği pekiştirilmeli ve bu yönde bir mesaj verilmelidir.

Türkiye Kırmızı Kitap ve Milli Askeri Stratejik Konsepti'ni acil olarak güncellemekle kalmamlı bu yeni konsept her birim ve medya kuruluşu tarafından özel harp taktiği olarak uyggulanmalıdır. Bunun için zamanında kapatılan Toplumla İlişkiler Başkanlığı yeniden açılabilir. Dikkat edilirse önerdiğimiz bu model iç kamuoyuna siyasi telkin yerine uzun vadeli stratejik planların benimsetilmesini içereceğinden asker sivil ilişkilerini güvensizliğe sevk edecek bir ortam oluşmayacaktır.