Türkiye Cumhuriyeti’nin, Osmanlı Devleti’nden devir
aldığı kurumsal özelliklerinin başında ordunun siyasi arenadaki ayrıcalıklı
konumu bulunmaktadır. Cumhuriyet’in kurumsal olarak ortaya koyulmayan ancak
olduğu öne sürülen Kemalist ideoloji zeminine dayanak oluşturmak suretiyle
askeri darbelerin meşruiyet kazandığı özellikle ise 27 Mayıs 1960 askeri
darbesinin darbeci damarı beslediği ileri sürülen popüler bir tezidir. Ancak
Osmanlı Devleti’nde de Padişahların üçte biri darbeyle tahtlarından
indirilmişler ya da tahta geçirilmişlerdir. O dönemde de bu darbelere meşru bir
zemin bulunmuştu ve darbeciler için uygun bir söylem geliştirmek hiç zor
olmayan bir mefhumdu. Bu alışkanlığın sivil bürokrasinin gelişmesiyle birlikte
darbe zihniyetini de aşarak toplumsal ve siyasi alana müdahil alışkanlığı bir
devletin iç politikası kadar dış politikasını da etkileyebilecek bir mekanizma
olurdu.
27 Mayıs 1960’dan itibaren çoğalan modern askeri
darbeler, muhtıralar ve bildiri yayımlama prensibi her darbe veya benzer
girişimden sonra genel hatlarıyla dış politikadan sapılmamasını getirmiştir.
Askerler dış politika gibi karışık ve uzmanlık seviyesinde ki bir alanda köklü
değişiklikler yapmak yerine NATO benzeri kurumlarla ilişkilerin devamlılığına
vurgu yaparak iktidarlarının tanınmasını beklediler. Genellikle iç siyaseti
yönlendirici etkileri, dış politikanın faturasıyla siyasileri baş başa
bırakmaya dönük bir misyonu içeriyordu. 1961 Anayasası’nda hayata geçirilen
Milli Güvenlik kurulu zaman içerisinde güvenlik politikaları üzerinde etki
sürdürecek askeri bir organ haline dönüşmüştür. 1990’ların başında başlayan
sivilleşme ya da sivil-asker ilişkilerinin demokratik teamüle oturtulma
çabaları ise 1995 yılında Refah Partisi’nin iktidara gelmesiyle birlikte
yeniden askerlerin büyük oranda iç siyasete müdahil oldukları bir atmosferi
doğurmuştur. Bunun sonucu olarak askeri kanat ABD ve İsrail ile ilişkilerin
devamından taraf politik hamleleri tavsiye etmiştir.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesiyle
beraber, Türkiye’de ivme kazanan Avrupa Birliği süreci, siyasetin
demokratikleşme ve sivilleşme çabasıyla birleşince askerin etkin olduğu yasal
merci MGK da sivilleşmiş ve etkisi neredeyse sembolik seviyeye indirgenmiştir.
Ancak buna rağmen askerler özellikle iç politikada etkin olmuşlardır. 2002-2006
yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı görevini üstlenen ve demokrat olarak
ifade edilen Orgeneral Hilmi Özkök bile başta İmam Hatip konusu olmak üzere pek
çok alanda kimi zaman sert tonlu açıklama yapma gereği duymuştur. Ancak
askerlerin dış politika ile aralarına mesafe koymaya başlamaları bu süreçte de
devam etmiştir. Bu yıllarda en önemli dış politika konuları arasında, ABD’nin,
Irak’a müdahalesini içeren ve bu bağlamda Türkiye topraklarında konuşlanılması
gündeme gelen 1 Mart tezkeresiydi. Asker tezkere konusunda net bir görüş ifade
etmese bile bu durum ABD’li yetkililer tarafından ordunun siyasete baskısı
olarak işlenmiş ve bazı Türk komutanlar sakıncalı ilan edilmişlerdi.
O dönemde en önemli dış politika konularından birisi
ise Kıbrıs müzakereleriydi. Ak Parti hükümeti iki toplumlu ve tek devletli
çözümden taraftı ve bu durumu ordu da onaylamıştı. MGK bildirilerinde bile
pürüz çıkmaması bu durumun kanıtları arasında olmuştur. Fakat yine de ordunun
tam olarak dış politikaya ilgisiz olduğu söylenemezdi. MGK’nın dışında
Dışişleri Bakanlığı bünyesindeki ne benzer yapılarda daireler ve çalışma
grupları oluşturulmuştur. Bu grup ve dairelerden başlıcaları ise şu biçimde
sıralanabilir:
-
Yunanistan ve Kıbrıs ilişkilerini
incelemek için; Yunanistan-Kıbrıs Dairesi
-
Ulusal Bilgi Güvenliği için; Güven Çalışma
Grubu
-
Komşu ülkelerdeki füze silahlanmalarını
incelemek için; Barbaros Çalışma Grubu
-
AB Türkiye sürecini izlemek için; AB
Çalışma Grubu
-
Kafkasya’da ki gelişmeleri izlemek için;
Kafkasya Çalışma Grubu
-
Türkiye’nin uluslararası ilişkiler
araştırmaları için; Stratejik Araştırma ve Etüdler Milli Komitesi
-
Genel stratejileri üretebilmek için;
Stratejik Araştırma ve Etüdler Merkezi
-
İslâmcı hareketleri izlemek için; Batı
Çalışma Grubu
-
Ak Parti icraatlarını izleyebilmek için;
Cumhuriyet Çalışma Grubu
-
Kürt sorununu izleyebilmek için; Doğu
Çalışma Grubu.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu denli araştırma ve
çalışma grubuna haiz olmasına rağmen doğru analizler temin edip dış işleri
karar sürecine bilgilendirici olarak katılması gerektiğine rağmen bu hususta
gerekli itinanın gösterilmemesi de ideolojik kalıplar ve söylemlerden çok
aslında kurulların işlevselliğinin verimliliğini tartışmaya açmaktadır.
Asker sivil ilişkilerinin özellikle 15 Temmuz 2016’dan
sonra siviller lehine baskın olarak şekillenmesiyle beraber Genelkurmay’ın da
dış politikada ki konumu neredeyse en alt kademeye indirilmiştir.
Önceki yıllarda dış politika yapım sürecinde anayasal
açıdan, doğrudan yetki ve görevi olmamakla birlikte etkin olan kurumlardan
birisi Genelkurmay Başkanlığı idi. Milli güvenlikle ilgili sorunlarda Dışişleri
Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ile birlikte hareket eder ve Silahlı
Kuvvetlerin bu konudaki uzmanlığından yararlanırdı. Bazı kanuni düzenlemeler
Genelkurmay Başkanlığının dış ilişkiler alanında etkili olabilmesini
sağlamaktaydı.[1]
Ancak 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra geçiş
sürecinde Genelkurmay Başkanlığı Cumhurbaşkanı’na, OHAL döneminden sonra ise
Milli Savunma Bakanı’na bağlanmıştır ve kuvvetler üzerinde de doğrudan bir
yetkisi bulunmamaktadır. Yeni güvenlik modelinde Genelkurmay Başkanlığı,
üniformalı askeri statülü danışman olarak görülmektedir ve bu durumda dış
politika üzerindeki dolaylı etkisini kaybetmiştir. Yeni dönemde Milli Savunma
Bakanlığı ön plana çıkmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi modeli ile
birlikte, politik kurullar oluşturulmuş ve bakanlıkların yol haritaları
kurulların taslak ve raporları doğrultusunda belirlenmeye başlamıştır. Buna
göre dış politika yapım sürecinde doğrudan etkili merciler;
Cumhurbaşkanlığı-Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu-Dışişleri Bakanlığı olarak
belirlenmiştir. İlerleyen süreçte Milli Savunma’nın da güvenlik ile ilgili
konularda görüş ve taslakları dikkate alınmaya başlamıştır. Bu uygulama doğru
bir stratejiyi içermektedir.
Değişen dünyanın uluslar ilişkileri ve diplomatik
yeteneklerinde sert gücün ötesine geçen yumuşak güç uygulamaları bu güçlerin
temel ögelerinin misyonlarını da genişletmiştir. Örneğin ordular artık yalnızca
askeri güç uygulamalarında değil zorlayıcı diplomasinin yanı sıra, yumuşak güç
uygulamalarında da görev almaktadırlar. Bunların başında ise kamu diplomasisi
faaliyeti olarak da nitelenen barış koruma misyonları gelmektedir.
Türk Dış Politikasının
sloganı haline gelen ‘’Yurtta sulh, cihanda sulh’’ ilkesi doğrultusunda Türkiye
dünya barışının korunmasına kabiliyetleri doğrultusunda katkıda bulunmaktadır.
BM’nin barışı koruma faaliyetleri genel olarak Soğuk Savaş sonrası dönemde
yoğunlaşmaktadır. Barışı koruma olarak adlandırılmakla birlikte Soğuk Savaş
döneminde de askeri müdahaleler görülmüştür. Bunlardan ilki, Kora Savaşı’na
müdahaledir. Soğuk Savaş ortamında hür dünyanın savunulması adına Kore’ye asker
gönderen Türkiye, hür dünyanın parçası olduğu ve Avrupa’nın SSCB’den
korunmasında özverili ve kahraman Türk askerine ihtiyaç olduğu mesajını vererek
NATO’ya üyelikle birlikte Türkiye’nin Batı’ya ait olduğunun tasdik edilmesini
sağlamıştır. Kore’ye asker gönderilmesi elbette bir kamu diplomasisi faaliyeti
olmaktan çok, Türkiye’nin yakından maruz kaldığı SSCB tehdidine karşı Batı
güvencesi sağlayacak NATO üyeliğinin bir nevi faturası olarak değerlendirilebilir.
Öte yandan bu deneyim, Türk askerinin dış politika hedefleri doğrultusunda,
doğrudan güç uygulama dışında kullanılmasına da bir örnek teşkil etmektedir.
Barış koruma harekâtları yalnız BM tarafından değil, diğer uluslararası
örgütler veya bir ülke liderliğinde oluşturulan ad hoc çok uluslu
kuvvetler tarafından da gerçekleştirilebilmektedir. Ancak bunların tamamında BM
Güvenlik Konseyinin veya istisnai durumlarda genel kurulun yetki kararı çerçevesinde
hareket edilmektedir. Yani AB veya NATO tarafından da icra edilse BM kararına
dayanması, müdahalenin uluslararası hukuk açısından meşruiyetinin temelini
oluşturmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin katıldığı tüm barışı koruma
harekâtları uluslararası hukuki meşruiyeti haizdir. Elbette uluslararası hukuk
açısından meşru görünen bir müdahalenin siyasi ve toplumsal açından da meşru
olduğunu söylemek mümkün değildir. Barışı koruma harekâtları arasında nitelik
açısından askeri harekâtlar ve sivil misyonlar olmak üzere ikili bir ayırım
yapılması mümkündür. Çatışmaları durdurmak veya önlemek amacıyla oluşturulan
askeri harekâtlarda doğal olarak ordular/askeri unsurlar kullanılırken, barışı
korumak ve çatışma sonrası özellikle devlet inşasına yardım ederek söz konusu
bölgede uzun süreli istikrarı sağlamak amacıyla oluşturulan sivil misyonlarda
kolluk kuvvetleri veya sivil personel kullanılabilmektedir. Türkiye’nin
katıldığı askeri harekâtlarda, TSK unsurları görevlendirilirken sivil
misyonlarda da Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı görev
yapmaktadır.[2]
Türk
Silahlı Kuvvetleri’nin Kamu Diplomasisi Faaliyetleri
. Kosova
NATO, Şubat 1998'de
Kosova'da Arnavut ve Sırp birlikleri arasındaki çatışmaları durdurmak için
yapılan görüşmelerden sonuç alınamaması üzerine BM'nin 1244 Sayılı Kararı
gereğince 23 Mart 1999'da Sırbistan ve Karadağ'a hava harekâtı başlattı. Kosova
Gücü (KFOR) ve BM Kosova Geçici Yönetim Misyonu (UNMIK) da 10 Haziran 1999
tarihinde bölgeye girdi.
Kosova'daki gelişmelere
kayıtsız kalmayan Türkiye de NATO harekâtına destek verdi. Kosova Türk Tabur
Görev Kuvveti bu kapsamda, 01 Temmuz 1999 tarihinde Ankara Mamak'taki
kışlasından Kosova'ya kara, hava ve demiryoluyla intikaline başladı ve 04
Temmuz 1999 tarihinde intikalini tamamlayarak barışı destekleme harekâtında
görev aldı.
Kosova Türk Temsil Heyet
Başkanlığı'nın 16 Mayıs 2006'da kurulmasıyla buraya bağlanan Kosova Türk Tabur
Görev Kuvveti, KFOR kuvvetlerinin kolordudan tümen seviyesine düşürülmesiyle
Temmuz 2011'de Türkiye'ye döndü. Bu tarihten itibaren Kosova'da kalan 6.
Motorlu Piyade Bölüğü, Çok Uluslu Muharebe Grubu-Doğu harekât komutasında
Bondsteell Kampı'nda konuşlandırıldı. Çok Uluslu Muharebe Grubu-Doğu bünyesinde
bulunan diğer ülke bölükleriyle dönüşümlü olarak Kosova'nın kuzeyindeki
kamplarda görev yapıyor.
Türk askerinin diğer
ülkelere kıyasla daha etkin olduğu sivil asker iş birliği faaliyetlerinde,
eğitim, sağlık, alt yapı desteği ve insani yardım faaliyetleri ön plana çıktı.
Kosova genelinde yürütülen, sağlık taramaları, Türkçe dil kursları, altyapının
geliştirilmesi çalışmaları ile köy yollarının bakım ve onarımı faaliyetleri
halkın takdirin kazandı.
Prizren'deki Sivil-Asker İş birliği
Gençlik Merkezi'nde açılan Türkçe dil kursları bölgedeki büyük bir boşluğu
doldurdu. Ayrıca, bölgenin altyapı hizmetleri için TSK; Devlet Su İşleri,
Karayolları, İl Özel İdareleri tarafından tahsis edilen iş makinalarıyla bölge
halkına hizmet etmiştir. Sağlık sorunlarıyla ilgili olarakta Sultan Murad
Kışlası’nın revirinde gerekli hizmetler verildi.[3]
TSK, eğitim konusunda da
faaliyetlerde bulunmuştur. Örneğin, Prizren Belediyesine bağlı Lubijda
köyündeki 'Ekrem Reca' ilköğretim okulunun anasınıfının bakım ve onarımını
gerçekleştirmiştir.[4] TSK
personelinin faaliyetleri sağlık, eğitim, altyapı gibi toplumsal hizmetlerin
yanında, bireylere dokunan temasları da kapsamıştır. Örneğin, ‘Engelliler
Haftasında’ Türk Askeri elli civarında engelliyi evlerinde ziyaret ederek
tekerlekli sandalye hediye etmiştir.[5]
TSK, Kosova’yı tarihi yurt olarak kabul eden Türkiye’nin sosyal ve duygusal
hafızasını taşımaktadır ve Kosova’da gerçekleştirdiği faaliyetler bu sebeple
resmi formalitelerden öte anlamlar barındırmaktadır.
. Bosna Hersek
TSK’nin, Bosna Hersek’teki
kamu diplomasisi faaliyetleri, AB tarafından kurulan EUFOR ALTHEA Harekâtı
çerçevesinde görevli personel tarafından gerçekleştirilmektedir. Türk askeri
burada ayrıca Sivil-Asker İş birliği faaliyetlerinin de gerçekleştirilmesinden
sorumludur. Bu faaliyetleri şu biçimde sıralayabiliriz:
-
Türkçe kursları
düzenlenmesi ve başarılı öğrencilerin Türkiye’ye kültür gezisine gönderilmesi,
-
Okullara veya
hastanelere malzeme temin edilmesi veya bakım onarım ve inşaat faaliyetlerine
destek vermesi,
-
Özellikle
Müslüman nüfusun bulunduğu bölgelerde Ramazan ayında ihtiyaç sahibi ailelere
yardım paketleri dağıtılması,
-
Bölgede
düzenlenen satranç turnuvası veya iftar yemeği gibi sosyal etkinliklere katılım
sağlanmasıdır.[6]
. Afganistan
11 Eylül saldırısı
sonrasında Afganistan'da Taliban rejimini iktidardan uzaklaştırmak ve terör
örgütü El Kaide ile mücadele için NATO, bu ülkede oluşturduğu ISAF
komutanlığıyla operasyon başlattı. Türkiye başından beri ISAF'ta yer aldı.
Türkiye ISAF'ın yedinci
döneminde 3'üncü Kolordu Komutanlığı ile Şubat-Ağustos 2005 tarihleri arasında
30 ülkeden oluşan bin 450'si Türk olan askerin komutanlığını üstlendi. Türkiye
aynı dönemde NATO komuta kontrol yapısı içerisinde bulunan Kabil Uluslararası
Havaalanı'nın işletilmesini de yürüttü. TSK'nın Afganistan'da üstlendiği birçok
görevden birisi de Afgan ulusal güvenlik güçlerinin bu ülkenin güvenliğini tek
başına üstlenebilmesi için verdiği eğitimdir. Bu amaçla Türk Silahlı Kuvvetleri
tarafından Kabil'de açılan Gazi Askeri Eğitim Merkezi'nde Afganlı astsubayların
temel eğitimleri Türk askeri tarafından verilmiştir.
ISAF bünyesinde bugüne kadar
12 binden fazla Afgan personele Afganistan'da görev yapan Türk askeri yerinde
eğitim verdi.[7]
ISAF kapsamında Türkiye:
Biri Vardak’ta, diğeri ise Şibirgan/Cevzican’da olmak üzere Afganistan’da iki
adet Bölge İmar Ekibi görevlendirmiştir.[8]
6 Ocak 2019’dan itibaren,
Türk askerinin Afganistan’daki görev süresi iki yıl daha uzatılmıştır.
.
Suriye
Türkiye’nin sınır
güvenliğini sağlayabilmek amacıyla askeri unsurlarını Suriye’ye sevk etmesiyle
beraber dünya kamuoyunda Türk ordusu ve ordu nezdinde Türkiye’yi karalama
kampanyaları başlatılmak istenmiştir. Ancak Türk ordusunun terör unsurları
dışında sivil halkla olumlu iletişimi sağlayan uygulamaları propagandaları boşa
çıkarttığı gibi TSK’nin geleneksel misyonuyla örtüşen sonucu doğurmuştur.
Resulayn’da Türk askerleri
çocuklara çikolata ve şeker dağıtırken kadınlara ve yaşlılara yardım
kolilerinin dağıtılmasında yardımcı oldu.[9]
Askeri fırın ünitesinde pişirilen ekmeklerde yine askerler tarafından halka
dağıtılmıştır.[10]
Türk askerinin görev yaptığı
ülkelerde gerek barış koruma harekâtları gerek Sivil-Asker İş birliği
faaliyetleri, Türkiye’nin temsiline ve Türk kültürünün tanıtımına ciddi olumlu
katkılar sağlarken, savaş ve çatışma sonrası travmayı atlatmaya çalışan
toplumlara düzen ve barışın sağlanmasında maddi ve manevi destek verilmesi,
güçlü Türkiye imajını beslemektedir. Türkiye’nin, Bosna Hersek ve Kosova gibi
tarihi ve kültürel bağları bulunan ülkelerin halklarına, TSK unsurlarının bu
ülkelerdeki barışı koruma harekâtlarında görev almak suretiyle güvenliklerinin
sağlanmasında verilen bu destek ortak tarihi hafızanın pekiştirilmesine de
katkı sağlamaktadır. Afganistan’da ISAF’ta görev yapan diğer ülkelerin
askerlerinin kışlaların dışına çıkamadığı, buna karşılık halkın Türk
askerlerinin varlığından rahatsızlık duymadığı, hatta yardımcı olmaya çalıştığı
söylentileri efsane haline gelmiştir.[11]
Bütün bu yazılanlardan sonra
Türk dış politikasında genellikle kısıtlı imkânlar doğrultusunda adımlar atılmıştır.
Bu adımlar uluslararası bir sistemi inşa edici ya da dönüştürücü mahiyette
olmamıştır fakat daha özgül ve özerk politik stratejilerin uygulandığı dönemler
olarak 1923-1938, 1939-1944, 1965-1970, 1974-1977, 2002 sonrasında ise parçalı
olarak inişli çıkışlı dilimler gösterilebilir.
. Uluslararası sistemdeki
ABD hegemonyasının değişmesi veya en azından Türkiye’nin bu yapısal
hegemonyadan farklı bir yapı geliştirmesi veya içinde yer alması gerekir. Son
dönemlerde gelişen Türkiye-Rusya veya Türkiye-AB yakınlaşmaları, böyle bir
durum değildir. Bir dönem uygulanmak istenilen Yeni Osmanlıcılık projesi, ancak
bu coğrafya ve kültür ülkelerinin ABD hegemonyasından[12]
farklı bir yapı oluşturmaları veya içine girmeleri ile mümkün olabilir ki,
bugün için bunu söylemek mümkün değildir. Zira Yeni Osmanlıcılık kapsamındaki
ülkelerin büyük çoğunluğu uzun zamandır ABD hegemonyası içinde yer almaya devam
eden aktörlerden oluşmaktadır.
. Türk dış politikasındaki
medeniyet perspektifli dış politika anlayışının, mevcut uluslararası sistem
yapısının gerektirdiklerinden farklı bir içeriğe ve hedefe sahip olması
gerekir. Örneğin, Türkiye’nin dış politika uygulamaları, etrafındaki bölgelerde
medeniyet değerlerine dayalı yeni, otonom ve farklı bir ekonomik, siyasal,
kültürel ve stratejik düzen kurması ile sonuçlanabilirse, yapısal ve kalıcı ve
bir dönüşüme yol açabilir.
. Türkiye’nin iç ve dış
politikasında medeniyet araçlarının kullanımı konusundaki eğilimlerin
güçlendirilmesi gerekir. Türkiye’nin gerek iç ve gerekse dış politika
sorunlarının, hem Batı medeniyeti hem de İslâm medeniyeti kaynaklı değerlerinin
özgün bir şekilde buluşturularak ve kaynaştırılarak çözümünün sağlanması
mümkündür.
. Türk dış politikasında bir
değişimin olabilmesi için, öncelikle iç politikanın bu yönde yeniden
yapılandırılması ise kaçınılmazdır. İyi bir iç politika düzeninin şartları olan
demokrasi, hukukun üstünlüğü, çoğulculuk, piyasa ekonomisi, insan hakları ve
medeniyet değerleri, Türkiye’nin dış politikasına da paralel bir şekilde
yansıtılmalıdır.
. Türk dış politikasında
medeniyet ve kültür değerlerine dayalı bir değişimin olabilmesinin diğer bir
boyutu, ilgili medeniyetin ülkeleriyle sıkı bir iş birliği, dayanışma ve ortak
anlayışlara dayalı kurumların geliştirilmesi gereğidir.[13]
Türk
Silahlı Kuvvetleri, NATO standartlarında normalleşen sivil-asker iş birliği
sürecinin sonucuyla birlikte etkin caydırıcı konumu, yerli teknolojilerden
istifade oranını yükseltmesi ve bunların yanı sıra dış politikada karar verici
unsur olmaktan ziyade, politika uygulayıcılarla uyumlu bir yumuşak güç vasıtası
olarakta ülke içerisinde ve bölgede prestijini yükseltmektedir.
[1] Müge Aknur, TSK’nın Dış Politika
Üzerindeki Etkisi, Cüneyt Yenigün ve Ertan Efegil(ed.), Türkiye’nin Değişen Dış
Politikası, 1.Baskı, Ankara, Nobel Kitap, Kasım 2010, s.129
[2] Hatice Doğan, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin Kamu Diplomasisi Faaliyetleri, Mehmet Şahin ve B.Senem
Çevik(ed.), Türk Dış Politikası ve Kamu Diplomasisi, 1.Baskı, Ankara, Nobel,
Eylül 2015, S.302, 303
[5] Kosova’da Türk Askeri Tek Tek
Engelli Aileleri Ziyaret Edip Tekerlekli Sandalye Dağıttı, Hürriyet, 07.12.2018
[8] M. Güler, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin Barışı Destekleme Harekâtına Katkıları, Silahlı Kuvvetler
Dergisi, sayı 413, 2012, s.7
[13] Ayrıntılı bilgi; Ramazan Gözen,
Türk Dış Politikasında Değişim Var mı?, Cüneyt Yenigün ve Ertan Efegil(ed.),
Türkiye’nin Değişen Dış Politikası, 1.Baskı, Ankara, Nobel Kitap, Kasım 2010,
s.32-33
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder