Onur Dikmeci[1]
Global modernist dünyanın ölçeklerine uygun olarak askeri bürokrasinin,
sivil teamüllerin iradesi altına bütünüyle sokulması için birtakım koşulların
sağlanabilmesi asker-sivil ilişkilerinde normalleşme olarak adlandırılabilir.
Türkiye'de ise MGK Kanun değişikliği, Askeri mahkemelerin statüsü, Jandarma’nın
akıbeti gibi konular ve bu yöndeki yasal düzenlemeler sivilleşme ya da
sivil-asker ilişkilerinde normalleşme yolundaki adımlar olarak nitelendirilse
de bu sivilleşme ve normalleşme dönemi 2003 öncesine dayanan bir süreçtir.
Geneli asker kökenli olanların aday oldukları ya da bu makama seçildikleri
Cumhurbaşkanlığı ve Cumhurbaşkanı belirleme süreci[2]
Türk siyasi tarihinde her zaman önemli bir gündemi oluşturmuş gerektiğinde
askerlerin Cumhurbaşkanı seçilebilmesi için meclis iradesine Genelkurmay
nezdinde baskı yapılmıştır. Harbiye'de bu duruma alışkanlık neredeyse bir
gelenek halini almış ve Harbiye'nin üst sınıfındaki askeri öğrenci, alt
sınıfındaki askeri öğrenciye göre Cumhurbaşkanlığına bir sene daha yakındır
görüşü genç öğrenciler arasında nüktedan bir biçimde söylenegelmiştir. Fakat bu
durumun artık geçerliliğini kaybettiğinin ispatı 2000 yılındaki
Cumhurbaşkanlığı seçimleridir. Bu seçimlerde adaylardan bir tanesi Genelkurmay
eski Başkanı Doğan Güreş olmasına rağmen bu durum medyanın ilgisini
çekmemiştir. Güreş nezdinde, Genelkurmay’dan kimseye telefon gelmedi. Buna
Mukabil Güreş, 35 gibi düşük oy toplamı almasına rağmen[3]
Türkiye’de yer yerinden oynamamıştı. Demokratik sivil kontrolün devam
ettirilebilmesi için ise Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kurumsal yapısında yeni
düzenlemeler yapılması gerekmektedir ve iktidarda olan Ak Parti yeni
düzenlemeleri dönemin koşullarına göre gerçekleştirmeye başlamıştır.
a) Milli Güvenlik Kurulu
27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra oluşturulan 1961 Anayasası'na
göre yasal bir nitelik kazanmış olan Milli Güvenlik Kurulu adında ki yapı aylık
toplantılar nezdinde gündemdeki konularla ilgili kararlar alan ancak zaman
içerisinde sembolik yapısını aştığı gerekçesiyle eleştirilen ve bir vesayet
organı olarak tanımlanan mercii halini almıştı. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve
ilgili bakanların yanısıra Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet temsilcilerini içeren
kurul ile ilgili ilk değişiklik 1971 askeri muhtırasından sonra
gerçekleştirilmiş ve kuvvet temsilcilerinin yerini kuvvet komutanları almış, 12
Eylül 1980 askeri darbesinden sonra ise Jandarma Genel Komutanı da kurul üyesi
yapılarak kuruldaki asker kişilerin sayısı sivilleri geçmiştir. Bu yapısının
yanısıra 28 Şubat 1997 yılındaki MGK toplantısı da darbe ya da dayatma olarak
adlandırılmış ve bundan sonra kurulun yapısı çokça tartışılmaya başlanmıştır.
Bu tartışmaların arasında radikal olan görüşler kurulun tamamen kaldırılması
gerektiğini gündeme getirmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidarıyla
birlikte demokratik sivil yönetim söylemiyle yola çıkılması vesayetlerin
noktalandığı ve ''Normalleşen Türkiye'' modelinin inşa edildiği ''Yeni
Türkiye'' kavramının sembol edildiği bir ortamın doğmasını sağlamıştır.
Bu normalleşme sinyalleri veren süreci AB İlerleme raporu ve hatta
yaptırımları izledi. Bu hususun da etkisi yeni düzenlemelere yansıyacaktır.
Böylelikle MGK kanununda yapılan değişiklikle Orgeneral rütbesinde asker olması
gereken MGK sekreterinin sivil olabileceği[4]
[5],
MGK kararlarının yalnızca tavsiye niteliğinde olabileceği[6]
ve asli iradenin sivil seçilmişler olduğunu vurgulamak için Başbakan
Yardımcıları da kurul üyesi yapılmıştır. Eskiden asker üye sayısı fazla olan bu
kurum, Başbakan yardımcılarının da dahiliyle, sivil ağırlıklı yapıya
kavuşturuldu.[7]
Ayrıca kurul artık iki ayda bir toplanacaktı.[8]
Bu düzenlemeler, MGK genel sekreterliğinin işlevsiz hale getirildiğini ve milli
güvenlik için araştırma yapma yetkisinin kaldırıldığı gibi eleştirileri de
beraberinde getirdi.[9]
Yıllar içerisinde ise MGK'nın yeni yapısından taviz verilmemiş ve önemli
kararların arefesinde sivil siyasetin enstürmanlarından birisi haline
gelmiştir.
b) Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Mali Yönden Denetlenmesi
Meclise 2005 yılında sunulan bir başka kanun değişikliği ise Silahlı
Kuvvetlerin mali denetimi ile ilgili olandı. Sayıştay’ın yetkilerini düzenleyen ve
bu kuruma kamu kuruluşlarının harcamalarını denetleme yetkisini veren 160.
maddesindeki boşluklar ve bu konudaki yorum farklılıkları, TSK’nın
harcamalarının Sayıştay tarafından denetimine izin vermiyordu. 160. maddenin ‘TSK’nın
elinde bulunan devlet mallarının TBMM adına denetlenmesi usulleri, milli
savunma hizmetlerinin gerektirdiği gizlilik esaslarına uygun olarak kanunla
düzenlenir’ şeklindeki son fıkrası tümüyle yürürlükten kaldırılıyordu. Böylece,
getirilen istisnai hükmün kalkmasıyla TSK’da Sayıştay denetimine girmiş
olacaktı. Bunun sonucu Sayıştay denetçileri, TSK harcamaları üzerinde denetleme
yapabileceklerdi.[10] Bu yasa tasarısı Meclis’te beş yıl bekledikten sonra 2010 yılında
yürürlüğe girdi. Yürürlükteki haliyle, tüm askeri harcamalar ve kamu alımları
Sayıştay’ın denetimine tabi tutulmuş fakat OYAK bunun dışında tutulmuştur.
Askeriye, Cumhuriyet tarihinde ilk defa askeri harcamaları sivil denetime tabi
tutacak olan Sayıştay kanununun olduğu gibi kabul edilmesine büyük direnç
göstermiştir. Askeriyeye denetim raporlarını kamuya açıklayıp açıklamama
konusunda ayrıcalık tanınmıştır.[11]
Yasanın bu haliyle kabulü özellikle liberal çevrelerde eleştirilere yol açsa
da, onlara göre eksik olan bu düzenlemenin bile uygulanabilmesi askeri
bürokrasi ile kurumsal çekişmelere sebebiyet verdi. Nitekim, 1. Ordu’ya ait
Fenerbahçe Orduevi arazisi dahilinde konutlar inşa edildiği iddialarını yerinde
incelemek talebiyle Orduevine gelen Sayıştay Denetçileri içeriye alınmadı.
Sayıştay denetçileri ise olay yerinde tutanak hazırlayarak geri dönmek zorunda
kaldılar.[12]
Teoride eksik görülen yasanın pratikte uygulanabilmesi bile oldukça zordu.
Esasen İttihat ve Terakki döneminden beri askeriyenin mali denetimi konusu
askeri çevrelerde olumsuzluk teşkil etmiştir. İttihatçı kadroya yakınlığıyla
bilinen Mahmut Şevket, Maliye Nezaretinin askeri harcamaları denetlemesine
itiraz etmiştir. Fenerbahçe Orduevi Denetimi hadisesinden bir müddet sonra
Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ile üst düzey Sayıştay
yetkilileri bir araya gelmiş ve Org. Akar: ‘’ Biz Hazır, istediğiniz yeri
denetleyebilirsiniz’’ mesajını vermiştir.[13] Netice itibariyle Savunma Sanayi şirketlerini
geliştirmekten sorumlu Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı denetim
dışındadır. Ayrıca bazı denetim raporları milli güvenlik gerekçesiyle gizli
tutulmaktadır.
c) Askeri Yargı
Ordu üzerindeki sivil mali denetim kısmi olarak sağlanabilmiştir. Askeri
yargı ile alâkalı düzenlemeler ise 1999 yılında DGM kanunu değişikliği
başlamıştır. Bu mahkemelerde yer alan her üç hakimden biri asker olduğu için
Silahlı Kuvvetlerin, sivil alanda sivil yargılamada söz sahibi olmasının önüne
geçilebilmek maksadıyla DGM’lerdeki askeri hakimlerin varlığına son
verilmiştir. Haziran 2004’te ise DGM’ler tamamen feshedilmiş ve yetkileri özel
yetkili ağır ceza mahkemelerine devredilmiştir. Askerleri isyana teşvik ve
askerlikten soğutmayla ilgili fiiliyatlara teşebbüs eden sivilleri barış
zamanında da yargılayan askeri
mahkemelerin yetkileri, 2003 yılında kabul edilen AB Yedinci uyum paketi
doğrultusunda daraltılarak bu sivillerin
sivil mahkemelerde yargılanmalarının yolu açılmış oldu. Temmuz 2006’da
yürürlüğe giren kanun değişikliği ile askeri mahkemelerin barış zamanında
sivilleri yargılama yetkisi yoklama kaçağı olma durumu dahil olmak üzere
tamamen kaldırılmıştır.[14] Askeri yargı ile ilgili başka bir düzenleme
Haziran 2009’da Ceza Muhakeme Kanunu 250. maddesinin içeriği ile ilgilidir.
Düzenlemeyle asker kişiler, ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçlarla
ilgili hususlarda ağır ceza mahkemelerinde yargılanacaklardır.[15]
Esasen DGM’lerin kaldırılması ve yerlerine kurulan genişletilmiş ağır ceza
mahkemeleri adli suçlarla ilgili mevzularda zaten askerleri yargılamaktaydı.
Fakat askerlerin bazı konularda sivil yargıda yargılanırlarken başvurdukları
temyiz neticesinde durumlarının askeri yargıya intikali ve bunun meşhur
Ergenekon davalarında sorun oluşturabileceği çekincesi bir düzenleme
gerektirmişti. Örneğin, Şemdinli Umut Kitabevi’nin bombalanması olayıyla Van 3.
Ağır Ceza mahkemesinde yargılanan 2 astsubay hakkında, 39 yıl 5 ay 10’ar gün
hapis cezası verilmişti. Karar temyiz neticesinde Yargıtay 9. Ceza kurulu
tarafından usul yönünden bozularak sanık suçlarının askeri mahkemelerin görev
alanına girdiğine hükmetmişti. Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi ise Yargıtay’ın
kararına direnmeden dava dosyasını Van Kolordu Askeri Mahkemesi’ne göndermiş
sanıklar ikinci duruşmalarında askeri mahkeme kararı gereğince serbest
bırakılmışlardı.[16]
Kısacası benzer olayların askerlerin yargılandığı Ergenekon davalarında
yaşanmaması için alınan bir tedbir olduğu açıktır. Burada düzenleme demokratik
değerler maksadından ziyade askeri yargıya olan güvensizliğin ve yargının
belirli kademelerinin belirli ideolojik grupların hakimiyetinde olduğu
kaygısının tezahürüdür. Sosyal hayatın içerisindeki düzenlemeler de yine bu
yıllarda kendisini göstermiştir. 12 Eylül 2010 referandumu neticesinde kabul
edilen yeni anayasa maddeleri neticesinde ise devlet güvenliğine, anayasal
düzen ve işleyişine karşı işlenen bütün suçlarda askerlerin adli mahkemelerde
yargılanması kabul edilmiştir. Bu referandum neticesinde askeri bürokrasi ile
ilgili diğer iki düzenlemeden bir tanesi, YAŞ kararlarına karşı yargı yolunun
açılması, diğeri ise geçici 15. maddenin kaldırılarak 12 Eylül döneminin Milli
Güvenlik Konseyi üyeleri, bu dönemde kurulan hükümetler ve Danışma Meclisi’nde
görev alanların yargılanmalarının önü açılmıştır[17] RTÜK ve YÖK gibi kurumlarda Genelkurmay
tarafından atanan askeri üye varlığı sona erdirilerek askerin, sivil siyasete
müdahil alanı daraltılmıştır.[18]
d) EMASYA Kaldırıldı
Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma/ EMASYA, Erbakan hükümetinin Haziran 1997'de
askerlerce istifaya zorlanmasının ardından 28 Şubat sürecinde kurulan hükümet
döneminde İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay arasında 7 Temmuz 1997'de
imzalanmış, 27 Mayıs darbesinden itibaren yetkileri dışında fiilen faaliyette
bulunan askeri birlikler böylece yasallaşmıştı. Aşağıdaki satırlarda tam metin
halinde sunulacak protokolün önemli hükmü 9. Madde idi:
EMASYA komutanlıkları, aynen bir sıkıyönetimde olduğu gibi, mülki amirin
daveti olmaksızın toplumsal olaylara doğrudan müdahale hakkına sahip
kılınmıştı. Protokol'ün kanuna ve hukuka aykırı olduğu ilk defa, Bülent
Ecevit'in başkanlığı döneminde 25 Nisan 2002'de toplanan Mülki İdare Şûrasında
saptandı: 5442 sayılı İller İdaresi Kanunu Madde 11/D[19]
ile çatışıyordu. Getirdiği hükümlerle, mülki idare amirinin takdir yetkisini ve
hareket serbestisini kısıtlıyor, onu askere bilgi vermekle yükümlü kılıyordu.
Asayiş Harekât Merkezi ve Müşterek İstihbarat Merkezleri şeklinde sürekli
örgütlenmelere gidilmesi, başta 5442 sayılı yasa olmaz üzere, iç güvenliği
düzenleyen tüm yasalara aykırıydı. Fakat, o tarihte sivil iktidar askeri
vesayet karşısında çok zayıf olduğu için, bu saptamanın ötesine geçilemedi.
EMASYA, Mart 2006'da hazırlanan TBMM Şemdinli Araştırma Komisyonu raporunda
ağır biçimde tenkit edildi ve AB İlerleme Raporlarında da her yıl yer aldı.
Protokol kağıt üzerinde de kalmamıştı. 19 Aralık 2000'de, 30 tutuklu ve
mahkumun hayatını kaybettiği Hayata Dönüş operasyonunda kullanıldı. 2011'de
ulaşılan Jandarma belgelerinde bu operasyonun adı Tufan olarak geçmekteydi ve
hazırlıkların yapılması için emri Jandarma Genel Komutanlığı 1 Ekim 2000'de
vermişti. Operasyonda görevli subaylardan E. Binbaşı Zeki Bingöl Bayrampaşa
Cezaevi Gerçeği adlı kitabında atılan yuvarlık lastik topa benzeyen gaz
bombalarının EMASYA 66.Tugay Komutanı tarafından getirildiğini yazdı.[20]
Neticede tartışmaların odağındaki EMASYA yürürlükten kaldırılmıştır.[21]
Protokol'ün kaldırılmasından sonra basında, sivil bürokrasinin nasıl bir
zihniyet içinde olmaya devam ettiğini göstermesi açısından ilginç bir haber
görüldü: Erzurum Valisi, jandarmaya gönderdiği 15 Mart 2011 tarihli cevabi
yazıyla, kaldırılmış bulunan EMASYA protokolünü ''İlgi'' diye göstererek,
jandarmanın polis bölgesinde istihbarat faaliyeti yapmasına izin vermişti. Bu
türden bir duruma, Nisan 2012'de Trabzon'da da rastlanacaktır.[22]
e) Jandarma'nın Yeni Yapısı
Kısa bir süre evvel Jandarma konusunda ise iki önemli düzenleme
gerçekleştirilmiştir. Jandarma, yasa gereğince sınırlardan çekilerek bu
görevini Kara Kuvvetlerine devretmiştir.[23]
Düzenleme askeri kurumların iç dengesi veya görev paylaşımından ziyade geleceğe
yönelik projeksiyondur. Esasen batılı ülkelerin sistemleriyle paralel
sınırların sivilleştirilmesi kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı bir
birimin hayata geçirilmesi ve sınırların kısa vadede bütünüyle askerlerden
arındırılması tasarlanmıştır. Jandarma ile ilgili çok tartışılan diğer bir
düzenleme ise askeri statülü Genel kolluk Jandarma askeri statüsünü korumak
şartıyla bütünüyle İçişleri Bakanlığı’na bağlanmıştır.[24]
Bütün bu gelişmeler kadar önemi bir husus olan ve bugüne kadar ki askeri
girişimlerin çerçevesini oluşturan, içten ve dıştan gelebilecek tehditlere
karşı Türk Vatanını Korumak ve Kollamak tanımlı TSK iç hizmet kanunu (md.35)
değiştirilerek ‘’Silahlı Kuvvetlerin vazifesi: Yurt dışından gelecek tehdit ve
tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde
askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, TBMM kararıyla
yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına
yardımcı olmaktır’’ şeklinde düzenlendi.
f) Türk Silahlı Kuvvetleri ve Sivilleşme Çabaları
Türkiye’de ordu-siyaset ilişkileri incelenirken
üzerinde durulan konulardan birsi de militarizmdir. Her devlet için ordu önemlidir
ve militarizm, tek başına ordunun önemli olması demek değildir. Sivil
alanlarında askeri terim ve uygulamalarla donatılmaları militarizm kavramının
en kısa ve net tanımıdır ve askeri vesayete karşı olduğunu belirten
düşüncelerin merkezinde ise bu uygulamaların kaldırılmalarıyla ilgili teoriler
yer almaktadır. Anti militarist düşünce açısından sakıncalı bulunan en geçerli
üç kavram zorunlu askerlik uygulaması, milli bayram kutlamaları ve sivil
okullarda okutulan milli güvenlik dersleridir. Zorunlu askerlik gerek
Türkiye’nin tarihi dinamiği gerek jeopolitik kırılganlık sebebiyle Meclis
içerisinde varılan konsensüs tarafından asla kaldırılmamıştır ve vicdani red
yasalaşmamıştır. Ancak 1979 tarihli Bakanlar Kurulu 8/37 kararıyla okullarda
okutulan Milli Güvenlik Bilgisi Öğretimi Yönetmeliği yürürlükten
kaldırılmıştır.[25]
Özellikle liselerde üniformalı bir rütbeli tarafından işlenen tek kredilik ders
uygulaması böylelikle bütünüyle son bulmuştur. Neredeyse ikibinli yıllara kadar
yoğun askeri geçitler ve törenler eşliğinde sivil halkın katılımına açık olan
törenler[26]
ise oldukça sınırlandırılmış bulunmaktadırlar.
Kışla içindeki eğitimlerde marş misali söylenen ve bir
kesim tarafından cinsiyetçi ögeleri barındırdığı öne sürülen geleneksel
‘’Yaylalar’’ türküsü ise kaldırılmıştır. Bunun yerine Güçlü Ordu Güçlü Türkiye,
Her Türk Asker Doğar gibi sloganlarla eğitim yapılması kararlaştırılmıştır.[27]
Türk Silahlı Kuvvetleri’nde sivilleşme/özelleşme
çabaları ise devam ettirilmiştir. Buna göre ilk olarak Gülhane Askeri Tıp
Akademisi – GATA, 150 özel güvenlikçi almak için ihaleye çıkmıştır.[28]
Bu uygulama daha sonrasında da devam ettirilmiştir ve askerlik şubeleri de
dahil olmak üzere askeri mahallerde özel güvenlikçiler görev yapmaktadırlar.
Ayrıca orduevlerinde de profesyonelleşmeye gidilmiş genellikle hizmet işlerinde
görevli olan erler yerine sivil memurlar temin edilmişlerdir.
TSK’ya bağlı bazı tesislerde ise rütbe farklılığı
ayrımcılığının ortadan kaldırılmak istenmesi bazı sorunları beraberinde
getirmiştir. Örneğin, Genelkurmay'da Meşe Salonu sivillere açılınca yüzbaşılar,
üsteğmenler ve teğmenler bir gün yemek boykotu yaptı. Sivil memurlar da aynı
şekilde karşılık vermişlerdir.[29]
Ordu mensubu bile olsa memurlara, ‘’Bizden Değilsiniz’’ tavrını gösteren
kurumsal zihniyetin ordu mensubu olmayan diğer sivilleri ne olarak
görebilecekleri ortadadır. Bir diğer değişiklik ise kılık kıyafet ile ilgili
olmuştur. Ordu evleri, askeri gazinolar ve sosyal tesislerde gerçekleştirilecek
düğünlere katılan misafirlere yönelik türban, sarık, cübbe ve takke yasağı
kaldırıldı.[30]
İlerleyen dönemde bütün tesisler için yasak kaldırılmış bunun da ötesinde
türban TSK personeli arasında da serbest bırakılmıştır.
Postmodern toplum tipinde iki binli yıllarda ivme kazanarak devam eden
asker-sivil ilişkileri kapsamında gerçekleştirilmiş önemli düzenlemeler özet
olarak şu maddeler halinde sıralanabilir;
-
MGK’da sivil üyelerin sayısı artırılmış, olağan toplantı takvimi iki
ayda bir olarak düzenlenmiş, sivil sekreterlerin görev alması sağlanmış,
sekreterliğin personel sayısı azaltılarak, sekreterliğin sivil kurumlar
üzerindeki bir nevi denetim yetkisi kaldırılmıştır.
-
Askeri mahkemeler kapatılmamakla beraber yetkileri sivilleri ve
askerlerin adli suçlarını kapsamayacak biçimde daraltılmıştır.
-
Sayıştay askeri harcamalar ve tesisleri denetlemekle beraber, TSK
güçlendirme vakfı ve OYAK bu düzenlemeden muaf tutulmuşlardır ve bazı denetim
raporları, milli güvenlik gerekçesiyle açıklanmamaktadır.
- Asker kişilerin sivil kamu bürokrasisindeki
görevleri sona ermiştir.
- Jandarma Genel Komutanlığı İç İşleri
Bakanlığına bağlanmıştır.
- TSK iç hizmet kanunu 35. madde
değiştirilerek, askeri müdahalelere yasal dayanak oluşturan bir sistemin önüne
geçilmek istenmiştir.
-
EMASYA protokolü kaldırılmıştır.
-
Milli Güvenlik Bilgisi Dersi sivil okullarda
kaldırılmış, milli törenler daha sivil ya da askersiz biçime getirilmiş, ordu
içerisinde ve bağlı tesislerde kılık-kıyafet ayrımcılığı kaldırılmıştır.
15 Temmuz 2006 askeri darbe girişiminden sonra ilan edilen Olağan Üstü
Hâl/OHAL sürecinde çıkartılan kararnamelerle ise;
-
Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıkları
Milli Savunma Bakanlığına Bağlanmış
-
Askeri hastaneler kapatılmış
-
16 Nisan 2017 halkoylaması sonucuyla askeri
mahkemeler kapatılmış
-
Askeri şura sivilleşmiş, muhafız alayı kaldırılmış
-
Harp okulları ve astsubay okulları kurulan Milli
Savunma Üniversitesine bağlı olarak faaliyet göstermeye başlamışlardır ve
savunma üniversitesi ise Bakan’a bağlı bulunmaktadır.
Özellikle bu köklü değişikliklerden sonra ani karar verildiği ile ilgili
eleştirilerde getirilmiştir. Özellikle harp okullarının ilgili kuvvet ile
bağlarının kesilmesi doğru olmadığı gibi askeri cerrahi bambaşka bir uzmanlık
dalıdır ve tıbbi istihbaratın öneminin arttığı dönemde askeri tabiplik
sınıfının yeniden hayata geçirilmesi üzerinde güncel tartışmalar bulunmaktadır.
Asker Sivil İlişkilerinin
Dönüşümü ve Sebepleri ve Sonuçlar
Türkiye’nin yakın siyasi tarihi incelendiğinde asker sivil ilişkilerinin
dönüşümlerinin bazı etmenlere bağlı olduğu açıktır. Bu sebepler ve
açıklamaların başında 1999’da Helsinki’de toplanan Avrupa Konseyi’nin iki yıl
önce vermiş olduğu kararı değiştirerek Türkiye’ye aday ülke statüsü vermesi
gelmektedir. Bu gelişmeden sonra Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket
Partisi ve Anavatan Partisi’nin birlikte kurdukları koalisyon hükümeti ve daha
sonra AKP iktidarında reformlar gerçekleştirilmiştir. Yasal değişikliklerin
birçoğu Kopenhag kriterlerinin siyasi kısımlarına yönelmiş ve demokrasinin
güçlendirilmesi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi alanlarda
yoğunlaşmıştır.[31]
Öte yandan Kasım 2002 seçimlerinde AKP 1987 seçimlerinden 2002 yılına kadar bir
partinin aldığı en fazla oy oranıyla iktidara gelmiştir. 1990’larda Türkiye
istikrarsız koalisyon hükümetleri tarafından yönetildiği için tek parti
hükümetinin kurulması yürütme organında siyasi istikrar sağlanacağı izlenimini
doğurmuştur. AKP de seçimler öncesi ve sonrasında Türkiye’nin AB üyeliğini
destekleyen ve reform sürecini üyelik şartlarının yerine getirilmesi için hedef
olarak belirleyen bir davranış sergilemiştir.[32]
Türk toplumunun da AB üyelik sürecine yoğun desteğini gören Genelkurmay ve
dönemin Genelkurmay Başkanı Özkök, yasal birtakım değişikliklerin AB üyelik
sürecine ve postmodern güvenlik anlayışına uygun olduğunu, set muhalefetin
toplumsal mutabakata muhalefet olacağı düşüncesiyle nispeten sessiz kalarak
desteklemiştir. Keza soğuk savaşın sona ermesi ve soğuk savaş konseptinin
ortadan kalkmasıyla ordularda başlayan küçülme ve öz Vatan’ı korumak temel
misyonunun genişleyerek uluslararası müdahaleler, barış gücü gibi kavramlara
tezahürü Türk ordusunda da kendisini göstermiş yerel askeri kuvvetin yerini dış
odaklı uluslararası asker model prototopi almaya başlamıştır. Küreselleşen
dünya sebebiyle iletişim olanaklarının gelişmesi ve politik kulvara siyasi
partilerin yanında şirketler ve sivil toplumun dahili siyasetin yapısını daha
da karmaşık hale getirmiştir. Eskiden tek bir devlet televizyon kanalı ve
radyosunu işgal ve birkaç anayolun tutulması askeri müdahale için yeterliyken
günümüzde yerel ve ulusal yüzlerce televizyon kanalı ve radyo istasyonu dışında
alternatif iletişim, sosyal medyanın popülerliği ve engellenmesinin bile
basitçe aşılabilmesi, 1980’lerden itibaren başlayan ve artık oldukça özerk
duruma gelen sermaye gruplarının iknasına muhtaç bir süreci kapsaması gibi
hususlar askerde de müdahale yönünde isteksizliğe yol açmıştır. Türk
siyasetinde de resmi ideoloji Kemalizm’in temsilcisi Cumhuriyet Halk
Partisi’nin Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu nezdinde 2011 genel seçimleri
öncesi TSK’nın otonomisini sorgulayan önerileri, muhalefet partilerinden ordu
ile bütünleşmiş bir siyasi yapının da vesayeti açıkça sorguladığını göstermiş
ve militarize algının zayıflamasına katkıda bulunmuştur.
NATO’ya üyelik ve sonrası sivil
hakimiyetin tesisinde doğrudan katkısı olan bir unsur olarak gösterilemez. Zira
Cumhuriyet döneminin bütün askeri müdahaleleri NATO üyeliğinden sonra
gerçekleşmiştir. Soğuk savaş konseptinde, askeri müdahaleler NATO’ya bağlı
kalındığı takdirde cılız eleştirilere tabi tutulmuş ve bunun ötesinde bir
davranış projeksiyonu gerçekleştirilmemiştir. Fakat günümüzde böyle bir
müdahalenin NATO ve AB nezdinde daha ağır muamelelere tabi tutulacağı açıktır.
Hulasa, değişen siyaset yapısı ve uluslararası kurumların korporatasit
etkilerinin[33]
postmodern dönemde sivil asker ilişkilerinin dönüşümünü etkilediği sonucu
çıkarılabilir.
Öte yandan Türkiye’nin tarihsel mirası gereği askeri ve sivil
bürokrasinin keskin çizgilerle birbirlerinden ayrılması çokta olanaklı
olamamıştır. Değişen ve gelişen toplumsal tabakalar, aynı zamanda sivil ve
askeri bürokrasinin beklenti ve taleplerini yeniden şekillendirebilecektir. Bu çalışmayı
bitirirken sivil bürokrasi hakkında iki önemli nokta mevcuttur. Birinci nokta,
sivil ve askeri bürokrasi arasında çok yakın bir ilişkinin eskiden olduğu gibi,
bugün de varlığını sürdürdüğüdür. Bu nedenle her iki grubun nitelikleri
birbirlerini önemli ölçüde etkilemektedir. Bu açıdan, 21. yüzyılda, sivil
bürokrasinin, siyasette daha aktif rol oynayacağı anlaşılan askeri bürokrasiden
önemli ölçüde etkileneceği söylenebilir. İkinci önemli nokta, toplumun sınıfsal
yapısı değiştikçe, bürokrasinin temel yaklaşım ve davranışlarının da
değişeceğidir. İşçi sınıfı, toplumsal ve ekonomik yapı üzerinde etkili olmaya
ve siyasal olaylar içinde ağırlığını duyurmaya yeniden başlarsa, bürokrasinin
de (hem asker, hem sivil) temel yaklaşımlarını değiştirmesi beklenebilir.[34]
[1]
Güvenlik Çalışmaları ve Strateji Danışmanı
[2]
Birinci Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü,
dördüncü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, beşinci Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay,
altıncı Cumhurbaşkanı Fahri KoruTürk, yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren asker
kökenlidirler. Altıncı Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde bir başka general Faruk
Gürler de güçlü adaylardandır. Fahri KoruTürk’ün Cumhurbaşkanlığı görev süresi
dolduğunda ise Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet Partisi asker kökenli kişileri
Cumhurbaşkanı adayı olarak teklif etmişlerdir.
[3]
10. Cumhurbaşkanı Seçildi, Haber Bültenleri, 5 Mayıs 2000
[4]
4963/27.Madde
[5]
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'ne atanan ilk sivil Türkiye'nin Atina
Büyükelçisi Yiğit Alpogan olmuştur.
[6]
4963/24.Madde
[7] http://www.mgk.gov.tr/index.php/milli-guvenlik-kurulu/mgk-uyeleri,
4789/1.Madde
[8]
4963/25.Madde
[9]
CHP'li Öymen: MGK işlevsiz hale getiriliyor,
Hürriyet, 30 Temmuz 2003
[10]
Anayasa Değişiyor, http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/05/04/453594.asp
[11]
Sayıştay Krizde! Acil Bir Sorun Ama Önemli Bir Gündem Maddesi mi?,
http://researchturkey.org/tr/turkish-court-of-accounts-in-crisis-an-urgent-problem-yet-not-a-main-concern/
[12]
Sayıştay, Orduevine Alınmadı,
http://enethaberci.com/sondakika-guncel-haberleri/sayistay-orduevine-alinmadi-113109.html
[13] Sayıştay,
Denetim İçin Fenerbahçe Orduevine Girecek, Basın Bültenleri
[14]
Yaprak Gürsoy, Türkiye’de Sivil-Asker İlişkilerinin Dönüşümü, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları, İstanbul, Aralık 2012, s.15
[15]
http://www.yenisafak.com.tr/politika/artik-askeri-mahkeme-sivil-yargilayamayacak-195036
[16]
Mesut Hasan Benli, Zaten Askerler Sivil Mahkemede Yargılanıyor Yasa Niye Değişti?,
Radikal
[17]
İşte Referandumda Değişecek Maddeler, http://www.haberturk.com/gundem/haber/541821-iste-referandumda-degisecek-maddeler
[18]
9. Uyum Paketi Meclis’te, http://arsiv.ntv.com.tr/news/275600.asp
[19]
Valiler, il de çıkabilecek veya çıkan olayların,
emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri;
aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya
uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş için
tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla, İçişleri Bakanlığından
ve gerekirse Kara Kuvvetleri Komutanlığının sınır birlikleri dahil olmak üzere
en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından mümkün olan en hızlı
vasıtalar ile müracaat ederek yardım isterler. Bu durumlarda ihtiyaç duyulan
kuvvetlerin İçişleri Bakanlığından veya askeri birliklerden veya her iki
makamdan talep edilmesi hususu, yardım talebinde bulunan vali tarafından takdir
edilir. Valinin yaptığı yardım istemi geciktirilmeksizin yerine getirilir. Acil
durumlarda bu istek sonradan yazılı şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak
yapılabilir.
[20]
Baskın Oran, ''Emasya Protokolü'', Baskın Oran (ed.) Türk Dış Politikası,
Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt III (2001-2012),
3. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2017, s. 97-98
[21]
EMASYA Yürürlükten Kaldırıldı, 4 Şubat 2010
[22]
Oran, A.g.e, s.98
[23]
Jandarma Sınırdan Çekildi,
http://www.aksam.com.tr/guncel/jandarma-sinirdan-cekildi/haber-180556
[24]
Jandarma Artık İçişleri’ne Bağlı,
http://www.milliyet.com.tr/jandarma-artik-icisleri-ne-bagli/siyaset/detay/2026309/default.htm
[25]
Milli Güvenlik Dersi Kaldırıldı, Hürriyet, 25 Ocak 2012
[26]
Bu törenlerin düzenlendiği İstanbul’daki geleneksel adres Vatan Caddesi’dir.
Tören günlerinde Vatan Caddesi’nin paralelinde yer alan Millet Caddesi gibi
güzergâhlarda yol ve yaya köprüleri karşılıklı olarak üniformalı askeri
inzibatlarca tutulan nöbetlere sahne olurdu.
[27]
‘’Yaylalar…’’ Emekli Oldu, Milliyet, 27 Şubat 2012
[28]
TSK’da ‘Özel’leşiyor!, Radikal, 2 Ocak 2012 ; Askeri Kadın Güvenlikçi
Koruyacak,
https://www.memurlar.net/haber/220548/askeri-kadin-guvenlikci-koruyacak.html
[29]
Yüzbaşılar Sivillerle Birlikte Yemek Yemekten Rahatsız,
https://www.ensonhaber.com/gundem/yuzbasilar-sivillerle-birlikte-yemek-yemekten-rahatsiz-2012-03-11,
11 Mart 2012
[30]
Türban Sarık Cüppe Orduevine Girecek, Sabah, 17 Mayıs 2012
[31] Yaprak
Gürsoy, Türkiye’de Sivil Asker İlişkilerinin Dönüşümü, s.21
[32] A.g.e.,
s.23
[33] Uluslararası
Kurumların taşıdığı normlar ve değerler bakımından salt birer aktörden ziyade
temel unsur olduğunu kabul eden korporatistler, sosyolojik kurumsalcılık
ilkesini benimserler. Buna göre Ülkeler, uluslararası kurumlarla olan ilişkileri
neticesinde zamanla kendiliğinden değişecek ve dönüşeceklerdir. Yani burada
sonuç odaklı bir gereği yerine getirme zorunluluğundan ziyade kendiliğinden
gerçekleşen doğal bir süreç söz konusudur. Bunu Türkiye’nin asker sivil
ilişiklerinin dönüşümüne uyarlarsak, yıllardır sürdürülen AB müzakereleri ve NATO’nun
değişen tehdit algıları sebebiyle altmış yıldan fazla süredir batı ile dinamik
bağı bulunan Türkiye, kültürel ve nüfus mübadelerinin de etkisiyle, insan
hakları ve demokratik değerler olarak dönüşmüş, kışlasında ordu kavramını
benimsemiş olabilir.
[34] Emre
Kongar, 21.Yüzyılda Türkiye 2000’Li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı,
s.660
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder