6 Mayıs 2020 Çarşamba

TÜRKİYE'DE ASKER-SİVİL İLİŞKİLERİNİN DÜZENLENMESİ: TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNDE KURUMSAL DÖNÜŞÜM ADIMLARI




Onur Dikmeci[1]

Global modernist dünyanın ölçeklerine uygun olarak askeri bürokrasinin, sivil teamüllerin iradesi altına bütünüyle sokulması için birtakım koşulların sağlanabilmesi asker-sivil ilişkilerinde normalleşme olarak adlandırılabilir. Türkiye'de ise MGK Kanun değişikliği, Askeri mahkemelerin statüsü, Jandarma’nın akıbeti gibi konular ve bu yöndeki yasal düzenlemeler sivilleşme ya da sivil-asker ilişkilerinde normalleşme yolundaki adımlar olarak nitelendirilse de bu sivilleşme ve normalleşme dönemi 2003 öncesine dayanan bir süreçtir. Geneli asker kökenli olanların aday oldukları ya da bu makama seçildikleri Cumhurbaşkanlığı ve Cumhurbaşkanı belirleme süreci[2] Türk siyasi tarihinde her zaman önemli bir gündemi oluşturmuş gerektiğinde askerlerin Cumhurbaşkanı seçilebilmesi için meclis iradesine Genelkurmay nezdinde baskı yapılmıştır. Harbiye'de bu duruma alışkanlık neredeyse bir gelenek halini almış ve Harbiye'nin üst sınıfındaki askeri öğrenci, alt sınıfındaki askeri öğrenciye göre Cumhurbaşkanlığına bir sene daha yakındır görüşü genç öğrenciler arasında nüktedan bir biçimde söylenegelmiştir. Fakat bu durumun artık geçerliliğini kaybettiğinin ispatı 2000 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimleridir. Bu seçimlerde adaylardan bir tanesi Genelkurmay eski Başkanı Doğan Güreş olmasına rağmen bu durum medyanın ilgisini çekmemiştir. Güreş nezdinde, Genelkurmay’dan kimseye telefon gelmedi. Buna Mukabil Güreş, 35 gibi düşük oy toplamı almasına rağmen[3] Türkiye’de yer yerinden oynamamıştı. Demokratik sivil kontrolün devam ettirilebilmesi için ise Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kurumsal yapısında yeni düzenlemeler yapılması gerekmektedir ve iktidarda olan Ak Parti yeni düzenlemeleri dönemin koşullarına göre gerçekleştirmeye başlamıştır.

a) Milli Güvenlik Kurulu

27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra oluşturulan 1961 Anayasası'na göre yasal bir nitelik kazanmış olan Milli Güvenlik Kurulu adında ki yapı aylık toplantılar nezdinde gündemdeki konularla ilgili kararlar alan ancak zaman içerisinde sembolik yapısını aştığı gerekçesiyle eleştirilen ve bir vesayet organı olarak tanımlanan mercii halini almıştı. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve ilgili bakanların yanısıra Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet temsilcilerini içeren kurul ile ilgili ilk değişiklik 1971 askeri muhtırasından sonra gerçekleştirilmiş ve kuvvet temsilcilerinin yerini kuvvet komutanları almış, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra ise Jandarma Genel Komutanı da kurul üyesi yapılarak kuruldaki asker kişilerin sayısı sivilleri geçmiştir. Bu yapısının yanısıra 28 Şubat 1997 yılındaki MGK toplantısı da darbe ya da dayatma olarak adlandırılmış ve bundan sonra kurulun yapısı çokça tartışılmaya başlanmıştır. Bu tartışmaların arasında radikal olan görüşler kurulun tamamen kaldırılması gerektiğini gündeme getirmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidarıyla birlikte demokratik sivil yönetim söylemiyle yola çıkılması vesayetlerin noktalandığı ve ''Normalleşen Türkiye'' modelinin inşa edildiği ''Yeni Türkiye'' kavramının sembol edildiği bir ortamın doğmasını sağlamıştır.
Bu normalleşme sinyalleri veren süreci AB İlerleme raporu ve hatta yaptırımları izledi. Bu hususun da etkisi yeni düzenlemelere yansıyacaktır. Böylelikle MGK kanununda yapılan değişiklikle Orgeneral rütbesinde asker olması gereken MGK sekreterinin sivil olabileceği[4] [5], MGK kararlarının yalnızca tavsiye niteliğinde olabileceği[6] ve asli iradenin sivil seçilmişler olduğunu vurgulamak için Başbakan Yardımcıları da kurul üyesi yapılmıştır. Eskiden asker üye sayısı fazla olan bu kurum, Başbakan yardımcılarının da dahiliyle, sivil ağırlıklı yapıya kavuşturuldu.[7] Ayrıca kurul artık iki ayda bir toplanacaktı.[8] Bu düzenlemeler, MGK genel sekreterliğinin işlevsiz hale getirildiğini ve milli güvenlik için araştırma yapma yetkisinin kaldırıldığı gibi eleştirileri de beraberinde getirdi.[9] Yıllar içerisinde ise MGK'nın yeni yapısından taviz verilmemiş ve önemli kararların arefesinde sivil siyasetin enstürmanlarından birisi haline gelmiştir.


b) Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Mali Yönden Denetlenmesi

Meclise 2005 yılında sunulan bir başka kanun değişikliği ise Silahlı Kuvvetlerin mali denetimi ile ilgili olandı. Sayıştay’ın yetkilerini düzenleyen ve bu kuruma kamu kuruluşlarının harcamalarını denetleme yetkisini veren 160. maddesindeki boşluklar ve bu konudaki yorum farklılıkları, TSK’nın harcamalarının Sayıştay tarafından denetimine izin vermiyordu. 160. maddenin ‘TSK’nın elinde bulunan devlet mallarının TBMM adına denetlenmesi usulleri, milli savunma hizmetlerinin gerektirdiği gizlilik esaslarına uygun olarak kanunla düzenlenir’ şeklindeki son fıkrası tümüyle yürürlükten kaldırılıyordu. Böylece, getirilen istisnai hükmün kalkmasıyla TSK’da Sayıştay denetimine girmiş olacaktı. Bunun sonucu Sayıştay denetçileri, TSK harcamaları üzerinde denetleme yapabileceklerdi.[10] Bu yasa tasarısı Meclis’te beş yıl bekledikten sonra 2010 yılında yürürlüğe girdi. Yürürlükteki haliyle, tüm askeri harcamalar ve kamu alımları Sayıştay’ın denetimine tabi tutulmuş fakat OYAK bunun dışında tutulmuştur. Askeriye, Cumhuriyet tarihinde ilk defa askeri harcamaları sivil denetime tabi tutacak olan Sayıştay kanununun olduğu gibi kabul edilmesine büyük direnç göstermiştir. Askeriyeye denetim raporlarını kamuya açıklayıp açıklamama konusunda ayrıcalık tanınmıştır.[11] Yasanın bu haliyle kabulü özellikle liberal çevrelerde eleştirilere yol açsa da, onlara göre eksik olan bu düzenlemenin bile uygulanabilmesi askeri bürokrasi ile kurumsal çekişmelere sebebiyet verdi. Nitekim, 1. Ordu’ya ait Fenerbahçe Orduevi arazisi dahilinde konutlar inşa edildiği iddialarını yerinde incelemek talebiyle Orduevine gelen Sayıştay Denetçileri içeriye alınmadı. Sayıştay denetçileri ise olay yerinde tutanak hazırlayarak geri dönmek zorunda kaldılar.[12] Teoride eksik görülen yasanın pratikte uygulanabilmesi bile oldukça zordu. Esasen İttihat ve Terakki döneminden beri askeriyenin mali denetimi konusu askeri çevrelerde olumsuzluk teşkil etmiştir. İttihatçı kadroya yakınlığıyla bilinen Mahmut Şevket, Maliye Nezaretinin askeri harcamaları denetlemesine itiraz etmiştir. Fenerbahçe Orduevi Denetimi hadisesinden bir müddet sonra Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ile üst düzey Sayıştay yetkilileri bir araya gelmiş ve Org. Akar: ‘’ Biz Hazır, istediğiniz yeri denetleyebilirsiniz’’ mesajını vermiştir.[13]  Netice itibariyle Savunma Sanayi şirketlerini geliştirmekten sorumlu Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı denetim dışındadır. Ayrıca bazı denetim raporları milli güvenlik gerekçesiyle gizli tutulmaktadır.


c) Askeri Yargı



Ordu üzerindeki sivil mali denetim kısmi olarak sağlanabilmiştir. Askeri yargı ile alâkalı düzenlemeler ise 1999 yılında DGM kanunu değişikliği başlamıştır. Bu mahkemelerde yer alan her üç hakimden biri asker olduğu için Silahlı Kuvvetlerin, sivil alanda sivil yargılamada söz sahibi olmasının önüne geçilebilmek maksadıyla DGM’lerdeki askeri hakimlerin varlığına son verilmiştir. Haziran 2004’te ise DGM’ler tamamen feshedilmiş ve yetkileri özel yetkili ağır ceza mahkemelerine devredilmiştir. Askerleri isyana teşvik ve askerlikten soğutmayla ilgili fiiliyatlara teşebbüs eden sivilleri barış zamanında da  yargılayan askeri mahkemelerin yetkileri, 2003 yılında kabul edilen AB Yedinci uyum paketi doğrultusunda  daraltılarak bu sivillerin sivil mahkemelerde yargılanmalarının yolu açılmış oldu. Temmuz 2006’da yürürlüğe giren kanun değişikliği ile askeri mahkemelerin barış zamanında sivilleri yargılama yetkisi yoklama kaçağı olma durumu dahil olmak üzere tamamen kaldırılmıştır.[14]  Askeri yargı ile ilgili başka bir düzenleme Haziran 2009’da Ceza Muhakeme Kanunu 250. maddesinin içeriği ile ilgilidir. Düzenlemeyle asker kişiler, ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçlarla ilgili hususlarda ağır ceza mahkemelerinde yargılanacaklardır.[15] Esasen DGM’lerin kaldırılması ve yerlerine kurulan genişletilmiş ağır ceza mahkemeleri adli suçlarla ilgili mevzularda zaten askerleri yargılamaktaydı. Fakat askerlerin bazı konularda sivil yargıda yargılanırlarken başvurdukları temyiz neticesinde durumlarının askeri yargıya intikali ve bunun meşhur Ergenekon davalarında sorun oluşturabileceği çekincesi bir düzenleme gerektirmişti. Örneğin, Şemdinli Umut Kitabevi’nin bombalanması olayıyla Van 3. Ağır Ceza mahkemesinde yargılanan 2 astsubay hakkında, 39 yıl 5 ay 10’ar gün hapis cezası verilmişti. Karar temyiz neticesinde Yargıtay 9. Ceza kurulu tarafından usul yönünden bozularak sanık suçlarının askeri mahkemelerin görev alanına girdiğine hükmetmişti. Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi ise Yargıtay’ın kararına direnmeden dava dosyasını Van Kolordu Askeri Mahkemesi’ne göndermiş sanıklar ikinci duruşmalarında askeri mahkeme kararı gereğince serbest bırakılmışlardı.[16] Kısacası benzer olayların askerlerin yargılandığı Ergenekon davalarında yaşanmaması için alınan bir tedbir olduğu açıktır. Burada düzenleme demokratik değerler maksadından ziyade askeri yargıya olan güvensizliğin ve yargının belirli kademelerinin belirli ideolojik grupların hakimiyetinde olduğu kaygısının tezahürüdür. Sosyal hayatın içerisindeki düzenlemeler de yine bu yıllarda kendisini göstermiştir. 12 Eylül 2010 referandumu neticesinde kabul edilen yeni anayasa maddeleri neticesinde ise devlet güvenliğine, anayasal düzen ve işleyişine karşı işlenen bütün suçlarda askerlerin adli mahkemelerde yargılanması kabul edilmiştir. Bu referandum neticesinde askeri bürokrasi ile ilgili diğer iki düzenlemeden bir tanesi, YAŞ kararlarına karşı yargı yolunun açılması, diğeri ise geçici 15. maddenin kaldırılarak 12 Eylül döneminin Milli Güvenlik Konseyi üyeleri, bu dönemde kurulan hükümetler ve Danışma Meclisi’nde görev alanların yargılanmalarının önü açılmıştır[17]  RTÜK ve YÖK gibi kurumlarda Genelkurmay tarafından atanan askeri üye varlığı sona erdirilerek askerin, sivil siyasete müdahil alanı daraltılmıştır.[18]




d) EMASYA Kaldırıldı


Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma/ EMASYA, Erbakan hükümetinin Haziran 1997'de askerlerce istifaya zorlanmasının ardından 28 Şubat sürecinde kurulan hükümet döneminde İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay arasında 7 Temmuz 1997'de imzalanmış, 27 Mayıs darbesinden itibaren yetkileri dışında fiilen faaliyette bulunan askeri birlikler böylece yasallaşmıştı. Aşağıdaki satırlarda tam metin halinde sunulacak protokolün önemli hükmü 9. Madde idi:

EMASYA komutanlıkları, aynen bir sıkıyönetimde olduğu gibi, mülki amirin daveti olmaksızın toplumsal olaylara doğrudan müdahale hakkına sahip kılınmıştı. Protokol'ün kanuna ve hukuka aykırı olduğu ilk defa, Bülent Ecevit'in başkanlığı döneminde 25 Nisan 2002'de toplanan Mülki İdare Şûrasında saptandı: 5442 sayılı İller İdaresi Kanunu Madde 11/D[19] ile çatışıyordu. Getirdiği hükümlerle, mülki idare amirinin takdir yetkisini ve hareket serbestisini kısıtlıyor, onu askere bilgi vermekle yükümlü kılıyordu. Asayiş Harekât Merkezi ve Müşterek İstihbarat Merkezleri şeklinde sürekli örgütlenmelere gidilmesi, başta 5442 sayılı yasa olmaz üzere, iç güvenliği düzenleyen tüm yasalara aykırıydı. Fakat, o tarihte sivil iktidar askeri vesayet karşısında çok zayıf olduğu için, bu saptamanın ötesine geçilemedi. EMASYA, Mart 2006'da hazırlanan TBMM Şemdinli Araştırma Komisyonu raporunda ağır biçimde tenkit edildi ve AB İlerleme Raporlarında da her yıl yer aldı. Protokol kağıt üzerinde de kalmamıştı. 19 Aralık 2000'de, 30 tutuklu ve mahkumun hayatını kaybettiği Hayata Dönüş operasyonunda kullanıldı. 2011'de ulaşılan Jandarma belgelerinde bu operasyonun adı Tufan olarak geçmekteydi ve hazırlıkların yapılması için emri Jandarma Genel Komutanlığı 1 Ekim 2000'de vermişti. Operasyonda görevli subaylardan E. Binbaşı Zeki Bingöl Bayrampaşa Cezaevi Gerçeği adlı kitabında atılan yuvarlık lastik topa benzeyen gaz bombalarının EMASYA 66.Tugay Komutanı tarafından getirildiğini yazdı.[20] Neticede tartışmaların odağındaki EMASYA yürürlükten kaldırılmıştır.[21]

Protokol'ün kaldırılmasından sonra basında, sivil bürokrasinin nasıl bir zihniyet içinde olmaya devam ettiğini göstermesi açısından ilginç bir haber görüldü: Erzurum Valisi, jandarmaya gönderdiği 15 Mart 2011 tarihli cevabi yazıyla, kaldırılmış bulunan EMASYA protokolünü ''İlgi'' diye göstererek, jandarmanın polis bölgesinde istihbarat faaliyeti yapmasına izin vermişti. Bu türden bir duruma, Nisan 2012'de Trabzon'da da rastlanacaktır.[22]




e) Jandarma'nın Yeni Yapısı


Kısa bir süre evvel Jandarma konusunda ise iki önemli düzenleme gerçekleştirilmiştir. Jandarma, yasa gereğince sınırlardan çekilerek bu görevini Kara Kuvvetlerine devretmiştir.[23] Düzenleme askeri kurumların iç dengesi veya görev paylaşımından ziyade geleceğe yönelik projeksiyondur. Esasen batılı ülkelerin sistemleriyle paralel sınırların sivilleştirilmesi kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı bir birimin hayata geçirilmesi ve sınırların kısa vadede bütünüyle askerlerden arındırılması tasarlanmıştır. Jandarma ile ilgili çok tartışılan diğer bir düzenleme ise askeri statülü Genel kolluk Jandarma askeri statüsünü korumak şartıyla bütünüyle İçişleri Bakanlığı’na bağlanmıştır.[24] Bütün bu gelişmeler kadar önemi bir husus olan ve bugüne kadar ki askeri girişimlerin çerçevesini oluşturan, içten ve dıştan gelebilecek tehditlere karşı Türk Vatanını Korumak ve Kollamak tanımlı TSK iç hizmet kanunu (md.35) değiştirilerek ‘’Silahlı Kuvvetlerin vazifesi: Yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, TBMM kararıyla yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır’’ şeklinde düzenlendi.


f) Türk Silahlı Kuvvetleri ve Sivilleşme Çabaları


Türkiye’de ordu-siyaset ilişkileri incelenirken üzerinde durulan konulardan birsi de militarizmdir. Her devlet için ordu önemlidir ve militarizm, tek başına ordunun önemli olması demek değildir. Sivil alanlarında askeri terim ve uygulamalarla donatılmaları militarizm kavramının en kısa ve net tanımıdır ve askeri vesayete karşı olduğunu belirten düşüncelerin merkezinde ise bu uygulamaların kaldırılmalarıyla ilgili teoriler yer almaktadır. Anti militarist düşünce açısından sakıncalı bulunan en geçerli üç kavram zorunlu askerlik uygulaması, milli bayram kutlamaları ve sivil okullarda okutulan milli güvenlik dersleridir. Zorunlu askerlik gerek Türkiye’nin tarihi dinamiği gerek jeopolitik kırılganlık sebebiyle Meclis içerisinde varılan konsensüs tarafından asla kaldırılmamıştır ve vicdani red yasalaşmamıştır. Ancak 1979 tarihli Bakanlar Kurulu 8/37 kararıyla okullarda okutulan Milli Güvenlik Bilgisi Öğretimi Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır.[25] Özellikle liselerde üniformalı bir rütbeli tarafından işlenen tek kredilik ders uygulaması böylelikle bütünüyle son bulmuştur. Neredeyse ikibinli yıllara kadar yoğun askeri geçitler ve törenler eşliğinde sivil halkın katılımına açık olan törenler[26] ise oldukça sınırlandırılmış bulunmaktadırlar.
Kışla içindeki eğitimlerde marş misali söylenen ve bir kesim tarafından cinsiyetçi ögeleri barındırdığı öne sürülen geleneksel ‘’Yaylalar’’ türküsü ise kaldırılmıştır. Bunun yerine Güçlü Ordu Güçlü Türkiye, Her Türk Asker Doğar gibi sloganlarla eğitim yapılması kararlaştırılmıştır.[27]
Türk Silahlı Kuvvetleri’nde sivilleşme/özelleşme çabaları ise devam ettirilmiştir. Buna göre ilk olarak Gülhane Askeri Tıp Akademisi – GATA, 150 özel güvenlikçi almak için ihaleye çıkmıştır.[28] Bu uygulama daha sonrasında da devam ettirilmiştir ve askerlik şubeleri de dahil olmak üzere askeri mahallerde özel güvenlikçiler görev yapmaktadırlar. Ayrıca orduevlerinde de profesyonelleşmeye gidilmiş genellikle hizmet işlerinde görevli olan erler yerine sivil memurlar temin edilmişlerdir.
TSK’ya bağlı bazı tesislerde ise rütbe farklılığı ayrımcılığının ortadan kaldırılmak istenmesi bazı sorunları beraberinde getirmiştir. Örneğin, Genelkurmay'da Meşe Salonu sivillere açılınca yüzbaşılar, üsteğmenler ve teğmenler bir gün yemek boykotu yaptı. Sivil memurlar da aynı şekilde karşılık vermişlerdir.[29] Ordu mensubu bile olsa memurlara, ‘’Bizden Değilsiniz’’ tavrını gösteren kurumsal zihniyetin ordu mensubu olmayan diğer sivilleri ne olarak görebilecekleri ortadadır. Bir diğer değişiklik ise kılık kıyafet ile ilgili olmuştur. Ordu evleri, askeri gazinolar ve sosyal tesislerde gerçekleştirilecek düğünlere katılan misafirlere yönelik türban, sarık, cübbe ve takke yasağı kaldırıldı.[30] İlerleyen dönemde bütün tesisler için yasak kaldırılmış bunun da ötesinde türban TSK personeli arasında da serbest bırakılmıştır.
Postmodern toplum tipinde iki binli yıllarda ivme kazanarak devam eden asker-sivil ilişkileri kapsamında gerçekleştirilmiş önemli düzenlemeler özet olarak şu maddeler halinde sıralanabilir;


 -  MGK’da sivil üyelerin sayısı artırılmış, olağan toplantı takvimi iki ayda bir olarak düzenlenmiş, sivil sekreterlerin görev alması sağlanmış, sekreterliğin personel sayısı azaltılarak, sekreterliğin sivil kurumlar üzerindeki bir nevi denetim yetkisi kaldırılmıştır.

 -  Askeri mahkemeler kapatılmamakla beraber yetkileri sivilleri ve askerlerin adli suçlarını kapsamayacak biçimde daraltılmıştır.

 -  Sayıştay askeri harcamalar ve tesisleri denetlemekle beraber, TSK güçlendirme vakfı ve OYAK bu düzenlemeden muaf tutulmuşlardır ve bazı denetim raporları, milli güvenlik gerekçesiyle açıklanmamaktadır.

  -  Asker kişilerin sivil kamu bürokrasisindeki görevleri sona ermiştir.

  -  Jandarma Genel Komutanlığı İç İşleri Bakanlığına bağlanmıştır.
 
-  TSK iç hizmet kanunu 35. madde değiştirilerek, askeri müdahalelere yasal dayanak oluşturan bir sistemin önüne geçilmek istenmiştir.

-          EMASYA protokolü kaldırılmıştır.  

-          Milli Güvenlik Bilgisi Dersi sivil okullarda kaldırılmış, milli törenler daha sivil ya da askersiz biçime getirilmiş, ordu içerisinde ve bağlı tesislerde kılık-kıyafet ayrımcılığı kaldırılmıştır.

15 Temmuz 2006 askeri darbe girişiminden sonra ilan edilen Olağan Üstü Hâl/OHAL sürecinde çıkartılan kararnamelerle ise;

-          Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıkları Milli Savunma Bakanlığına Bağlanmış
-          Askeri hastaneler kapatılmış
-          16 Nisan 2017 halkoylaması sonucuyla askeri mahkemeler kapatılmış
-          Askeri şura sivilleşmiş, muhafız alayı kaldırılmış
-          Harp okulları ve astsubay okulları kurulan Milli Savunma Üniversitesine bağlı olarak faaliyet göstermeye başlamışlardır ve savunma üniversitesi ise Bakan’a bağlı bulunmaktadır.

Özellikle bu köklü değişikliklerden sonra ani karar verildiği ile ilgili eleştirilerde getirilmiştir. Özellikle harp okullarının ilgili kuvvet ile bağlarının kesilmesi doğru olmadığı gibi askeri cerrahi bambaşka bir uzmanlık dalıdır ve tıbbi istihbaratın öneminin arttığı dönemde askeri tabiplik sınıfının yeniden hayata geçirilmesi üzerinde güncel tartışmalar bulunmaktadır.









                 Asker Sivil İlişkilerinin Dönüşümü ve Sebepleri ve Sonuçlar

Türkiye’nin yakın siyasi tarihi incelendiğinde asker sivil ilişkilerinin dönüşümlerinin bazı etmenlere bağlı olduğu açıktır. Bu sebepler ve açıklamaların başında 1999’da Helsinki’de toplanan Avrupa Konseyi’nin iki yıl önce vermiş olduğu kararı değiştirerek Türkiye’ye aday ülke statüsü vermesi gelmektedir. Bu gelişmeden sonra Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi’nin birlikte kurdukları koalisyon hükümeti ve daha sonra AKP iktidarında reformlar gerçekleştirilmiştir. Yasal değişikliklerin birçoğu Kopenhag kriterlerinin siyasi kısımlarına yönelmiş ve demokrasinin güçlendirilmesi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi alanlarda yoğunlaşmıştır.[31] Öte yandan Kasım 2002 seçimlerinde AKP 1987 seçimlerinden 2002 yılına kadar bir partinin aldığı en fazla oy oranıyla iktidara gelmiştir. 1990’larda Türkiye istikrarsız koalisyon hükümetleri tarafından yönetildiği için tek parti hükümetinin kurulması yürütme organında siyasi istikrar sağlanacağı izlenimini doğurmuştur. AKP de seçimler öncesi ve sonrasında Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen ve reform sürecini üyelik şartlarının yerine getirilmesi için hedef olarak belirleyen bir davranış sergilemiştir.[32] Türk toplumunun da AB üyelik sürecine yoğun desteğini gören Genelkurmay ve dönemin Genelkurmay Başkanı Özkök, yasal birtakım değişikliklerin AB üyelik sürecine ve postmodern güvenlik anlayışına uygun olduğunu, set muhalefetin toplumsal mutabakata muhalefet olacağı düşüncesiyle nispeten sessiz kalarak desteklemiştir. Keza soğuk savaşın sona ermesi ve soğuk savaş konseptinin ortadan kalkmasıyla ordularda başlayan küçülme ve öz Vatan’ı korumak temel misyonunun genişleyerek uluslararası müdahaleler, barış gücü gibi kavramlara tezahürü Türk ordusunda da kendisini göstermiş yerel askeri kuvvetin yerini dış odaklı uluslararası asker model prototopi almaya başlamıştır. Küreselleşen dünya sebebiyle iletişim olanaklarının gelişmesi ve politik kulvara siyasi partilerin yanında şirketler ve sivil toplumun dahili siyasetin yapısını daha da karmaşık hale getirmiştir. Eskiden tek bir devlet televizyon kanalı ve radyosunu işgal ve birkaç anayolun tutulması askeri müdahale için yeterliyken günümüzde yerel ve ulusal yüzlerce televizyon kanalı ve radyo istasyonu dışında alternatif iletişim, sosyal medyanın popülerliği ve engellenmesinin bile basitçe aşılabilmesi, 1980’lerden itibaren başlayan ve artık oldukça özerk duruma gelen sermaye gruplarının iknasına muhtaç bir süreci kapsaması gibi hususlar askerde de müdahale yönünde isteksizliğe yol açmıştır. Türk siyasetinde de resmi ideoloji Kemalizm’in temsilcisi Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu nezdinde 2011 genel seçimleri öncesi TSK’nın otonomisini sorgulayan önerileri, muhalefet partilerinden ordu ile bütünleşmiş bir siyasi yapının da vesayeti açıkça sorguladığını göstermiş ve militarize algının zayıflamasına katkıda bulunmuştur.
 NATO’ya üyelik ve sonrası sivil hakimiyetin tesisinde doğrudan katkısı olan bir unsur olarak gösterilemez. Zira Cumhuriyet döneminin bütün askeri müdahaleleri NATO üyeliğinden sonra gerçekleşmiştir. Soğuk savaş konseptinde, askeri müdahaleler NATO’ya bağlı kalındığı takdirde cılız eleştirilere tabi tutulmuş ve bunun ötesinde bir davranış projeksiyonu gerçekleştirilmemiştir. Fakat günümüzde böyle bir müdahalenin NATO ve AB nezdinde daha ağır muamelelere tabi tutulacağı açıktır. Hulasa, değişen siyaset yapısı ve uluslararası kurumların korporatasit etkilerinin[33] postmodern dönemde sivil asker ilişkilerinin dönüşümünü etkilediği sonucu çıkarılabilir.
Öte yandan Türkiye’nin tarihsel mirası gereği askeri ve sivil bürokrasinin keskin çizgilerle birbirlerinden ayrılması çokta olanaklı olamamıştır. Değişen ve gelişen toplumsal tabakalar, aynı zamanda sivil ve askeri bürokrasinin beklenti ve taleplerini yeniden şekillendirebilecektir. Bu çalışmayı bitirirken sivil bürokrasi hakkında iki önemli nokta mevcuttur. Birinci nokta, sivil ve askeri bürokrasi arasında çok yakın bir ilişkinin eskiden olduğu gibi, bugün de varlığını sürdürdüğüdür. Bu nedenle her iki grubun nitelikleri birbirlerini önemli ölçüde etkilemektedir. Bu açıdan, 21. yüzyılda, sivil bürokrasinin, siyasette daha aktif rol oynayacağı anlaşılan askeri bürokrasiden önemli ölçüde etkileneceği söylenebilir. İkinci önemli nokta, toplumun sınıfsal yapısı değiştikçe, bürokrasinin temel yaklaşım ve davranışlarının da değişeceğidir. İşçi sınıfı, toplumsal ve ekonomik yapı üzerinde etkili olmaya ve siyasal olaylar içinde ağırlığını duyurmaya yeniden başlarsa, bürokrasinin de (hem asker, hem sivil) temel yaklaşımlarını değiştirmesi beklenebilir.[34]







[1] Güvenlik Çalışmaları ve Strateji Danışmanı
[2] Birinci Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, dördüncü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, beşinci Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, altıncı Cumhurbaşkanı Fahri KoruTürk, yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren asker kökenlidirler. Altıncı Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde bir başka general Faruk Gürler de güçlü adaylardandır. Fahri KoruTürk’ün Cumhurbaşkanlığı görev süresi dolduğunda ise Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet Partisi asker kökenli kişileri Cumhurbaşkanı adayı olarak teklif etmişlerdir.
[3] 10. Cumhurbaşkanı Seçildi, Haber Bültenleri, 5 Mayıs 2000
[4] 4963/27.Madde
[5] Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'ne atanan ilk sivil Türkiye'nin Atina Büyükelçisi Yiğit Alpogan olmuştur.
[6] 4963/24.Madde
[7] http://www.mgk.gov.tr/index.php/milli-guvenlik-kurulu/mgk-uyeleri, 4789/1.Madde
[8] 4963/25.Madde
[9] CHP'li Öymen: MGK işlevsiz hale getiriliyor, Hürriyet, 30 Temmuz 2003
[10] Anayasa Değişiyor, http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/05/04/453594.asp
[11] Sayıştay Krizde! Acil Bir Sorun Ama Önemli Bir Gündem Maddesi mi?,  http://researchturkey.org/tr/turkish-court-of-accounts-in-crisis-an-urgent-problem-yet-not-a-main-concern/
[12] Sayıştay, Orduevine Alınmadı, http://enethaberci.com/sondakika-guncel-haberleri/sayistay-orduevine-alinmadi-113109.html
[13]  Sayıştay, Denetim İçin Fenerbahçe Orduevine Girecek, Basın Bültenleri
[14] Yaprak Gürsoy, Türkiye’de Sivil-Asker İlişkilerinin Dönüşümü, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, Aralık 2012, s.15
[15] http://www.yenisafak.com.tr/politika/artik-askeri-mahkeme-sivil-yargilayamayacak-195036
[16] Mesut Hasan Benli, Zaten Askerler Sivil Mahkemede Yargılanıyor Yasa Niye Değişti?, Radikal
[17] İşte Referandumda Değişecek Maddeler, http://www.haberturk.com/gundem/haber/541821-iste-referandumda-degisecek-maddeler
[18] 9. Uyum Paketi Meclis’te, http://arsiv.ntv.com.tr/news/275600.asp
[19] Valiler, il de çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri; aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla, İçişleri Bakanlığından ve gerekirse Kara Kuvvetleri Komutanlığının sınır birlikleri dahil olmak üzere en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından mümkün olan en hızlı vasıtalar ile müracaat ederek yardım isterler. Bu durumlarda ihtiyaç duyulan kuvvetlerin İçişleri Bakanlığından veya askeri birliklerden veya her iki makamdan talep edilmesi hususu, yardım talebinde bulunan vali tarafından takdir edilir. Valinin yaptığı yardım istemi geciktirilmeksizin yerine getirilir. Acil durumlarda bu istek sonradan yazılı şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak yapılabilir.
[20] Baskın Oran, ''Emasya Protokolü'', Baskın Oran (ed.) Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt III (2001-2012), 3. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2017, s. 97-98
[21] EMASYA Yürürlükten Kaldırıldı, 4 Şubat 2010
[22] Oran, A.g.e, s.98
[23] Jandarma Sınırdan Çekildi, http://www.aksam.com.tr/guncel/jandarma-sinirdan-cekildi/haber-180556
[24] Jandarma Artık İçişleri’ne Bağlı, http://www.milliyet.com.tr/jandarma-artik-icisleri-ne-bagli/siyaset/detay/2026309/default.htm
[25] Milli Güvenlik Dersi Kaldırıldı, Hürriyet, 25 Ocak 2012
[26] Bu törenlerin düzenlendiği İstanbul’daki geleneksel adres Vatan Caddesi’dir. Tören günlerinde Vatan Caddesi’nin paralelinde yer alan Millet Caddesi gibi güzergâhlarda yol ve yaya köprüleri karşılıklı olarak üniformalı askeri inzibatlarca tutulan nöbetlere sahne olurdu.
[27] ‘’Yaylalar…’’ Emekli Oldu, Milliyet, 27 Şubat 2012
[28] TSK’da ‘Özel’leşiyor!, Radikal, 2 Ocak 2012 ; Askeri Kadın Güvenlikçi Koruyacak, https://www.memurlar.net/haber/220548/askeri-kadin-guvenlikci-koruyacak.html
[29] Yüzbaşılar Sivillerle Birlikte Yemek Yemekten Rahatsız, https://www.ensonhaber.com/gundem/yuzbasilar-sivillerle-birlikte-yemek-yemekten-rahatsiz-2012-03-11, 11 Mart 2012
[30] Türban Sarık Cüppe Orduevine Girecek, Sabah, 17 Mayıs 2012
[31] Yaprak Gürsoy, Türkiye’de Sivil Asker İlişkilerinin Dönüşümü, s.21
[32] A.g.e., s.23
[33] Uluslararası Kurumların taşıdığı normlar ve değerler bakımından salt birer aktörden ziyade temel unsur olduğunu kabul eden korporatistler, sosyolojik kurumsalcılık ilkesini benimserler. Buna göre Ülkeler, uluslararası kurumlarla olan ilişkileri neticesinde zamanla kendiliğinden değişecek ve dönüşeceklerdir. Yani burada sonuç odaklı bir gereği yerine getirme zorunluluğundan ziyade kendiliğinden gerçekleşen doğal bir süreç söz konusudur. Bunu Türkiye’nin asker sivil ilişiklerinin dönüşümüne uyarlarsak, yıllardır sürdürülen AB müzakereleri ve NATO’nun değişen tehdit algıları sebebiyle altmış yıldan fazla süredir batı ile dinamik bağı bulunan Türkiye, kültürel ve nüfus mübadelerinin de etkisiyle, insan hakları ve demokratik değerler olarak dönüşmüş, kışlasında ordu kavramını benimsemiş olabilir.
[34] Emre Kongar, 21.Yüzyılda Türkiye 2000’Li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, s.660

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder