23 Nisan 2019 Salı

KOD ADI KAOS: TÜRKİYE'DE 1960 VE 1980 DARBE SÜREÇLERİNİ KURGULAYANLAR HAREKETE GEÇTİLER Mİ?




Robert Paxton'un kuramına göre gücü elinde bulunduran odak bunu devam ettirebilmek için bazı gruplarla işbirliği yapmak zorundadır. Klasik koalisyon kavramından farklı olarak ''paralel'' ancak legal oluşumlarla otoritenin belirli oranlarda paylaşılması iktidarın egemenliğini devam ettirirken, bu egemenliğe dolaylı olarak destek olan grup veya gruplarında idarede alanlarını genişletme manevraları ortaya çıkmaktadır. Aslında dünyada hemen her iktidar belirli gruplarla en azından fikir ve niyet birlikteliği yaparak bu kuramı desteklemektedir. Uzun yıllar boyunca Türkiye'de de uygulanan bu strateji çalkantılı bir siyasi atmosfer sürecinde kurulan Adelet ve Kalkınma Partisi'nin uygulamalarında da görülmüştür. Başlangıçta çok sesli ve eğilimleri birleştiren bir siyasal organizasyon olarak, müstakil bir siyaset, rasyonel uygulamalar ve kapsayıcı politika ilkeleriyle kurulan parti Türkiye'nin konjoktorel dalgalanmalarına göre farklı ittifaklar belirlemiştir. Ancak bürokratik çatışmaların ayyuka çıkması ve bürokratik vesayetin gölgesi o dönem Ak Parti'yi legal görünümlü bir istihbarat ve terör şebekesi olan ezoterik ritüelli Gülenistlerle beraberliğe zorlamıştı. Fakat bu yapının 2011 yılı milletvekili pazarlığı ve Başbakanlık Ofisinde bulunan böcekler ile şaibeleri üzerine çekmesi, 17-25 Aralık operasyonları ve 2014'ün Ocak ayında MİT tırlarının durdurulmasıyla silahlı yönünü ifşa etmesiyle beraber zoraki beraberlikte bitirlmiş kısa bir süre Avrasyacı olarak adlandırılan grupla beraberlik görülmüştür. Avrasyacıların genel toplumsal kesime hitap etmemesi yeni güç paylaşımı stratejilerini aramaya sevk etmiştir. Böyle bir iklimin hakim olduğu siyasi zeminde 7 Haziran 2015 genel seçimlerinden sonra terör saldırılarına karşılık olarak başlatılan Hendek Operasyonlarıyla koalisyon görüşmeleri sürecinde Ak Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi yakınlaşması görülmüştür. Yani günümüzdeki Cumhur İttifakı bahsedildiği gibi 15 Temmuz'dan sonra değil 2015 yazında terör operasyonları sırasında oluşmaya başlamıştır. Fakat o dönem bir koalsiyon kurulmayışı ve ittifakın adının koyulmayışı ittifakı kurumsallaştırmamıştır. Ancak gerek terör örgütü pkk gerekse liberal ya da sosyalist söylemli mikro etnisit, ultra devlet otoritesi tasfiyesinden taraf olan siyasetçi, gazeteci ve sivil toplum yöneticilerinin Ak Parti-MHP beraberliğini ''Savaş Hükümeti'' olarak addetmeleri ve bu ihtimalin oluşmaması için yoğun baskıları aslında bu beraberliğin ne derece olumlu ve Türk Devlet Aklı'na uygun olduğunu göstermiştir.

Hûlasa Temmuz 2015'de oluşan AK PARTİ, MHP bloğu tamamen ulusal hassasiyetten ulusal birlik maksatlı ve milli sonuçları olacak milli eksen olarak belirmiştir. Fakat MHP'nin uzlaşmadan uzak tutumu ve Kasım seçimlerine gidilirken geçici hükümete iki aylığına üç bakan vermeyip bu bakanları tehdit olarak tanımladığı HDP'ye teslim etmesi kurumsal söylemiyle çelişmiştir. Ve bu tutum sebebiyle resmi bir beraberlik oluşturulamamıştır.

15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan askeri kalkışma sonucunda ise OHAL dönemi yaşanmış ve kurumların düzenlenmelerinin yanında olağan üstü durumun yalnızca kavramdan ibaret olmadığı fevkalade bir evreye girilmiştir. Bu evrede MHP genel başkanı Devlet Bahçeli'nin yeni bir sistem ve ad koyma isteği ile referandum süreci ve sonrasında Cumhur İttifakı adıyla oluşturulacak AK Parti-MHP birlikteliği görülmüştür. Aslında partili Cumhurbaşkanlığı sistemi, mevcut Cumhurbaşkanı'nın siyasetteki elini güçlendirmiş gibi görülse bile yeni istikrarsızlıklara kapı aralayacak bir süreci başlatmıştır. Çünkü parlamenter sistemde belki yüzde 35 ile tek başına iktidar olabilecek Ak Parti böylece bu şansı yitirmiş ve yüzde 50'nin üstünde bir seçmen desteğine sahip olması gerekmiştir. 24 Haziran 2018 seçimlerinde bunu başarmıştır ancak parlamentoda 300 milletvekilin altında kaldığı gibi söylemleri öncelikle ittifak ortağı MHP tarafından belirlenmeye başlanmıştır. Zillet ittifakı, Beka sorunu gibi kavramlar MHP tandaslı ortaya atılmış bunun sonucunda var olan kutuplaşma daha da arttığı gibi 31 Mart 2019 seçimlerinin neticesi Ak Parti'nin istediği gibi sonuçlanmamıştır. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin her daim dozajını artıran sert üslubu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ''Türkiye İttifakı'' söylemini eleştirmesi, aslında daha dar fakat otoriter kapsamlı bir beraberlikten taraf olduğunu göstermiştir.



Türkiye İttifakı ve ''Kızgın Demiri'' soğutmak ifadeleriyle daha ılıman bir atmosferin oluşturulmak istendiği ortaya koyulmuştur. Ancak bir şehit cenazesinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun saldırıya uğramasını, Bahçeli'nin adeta savunan ifadeleriyle ortam daha da gerildiği gibi toplumsal tepkinin Cumhurbaşkanlığı makamına yöneltilmesi hedeflenmiştir.

MHP danışmanlarının asli ''görünür'' stratejileri bu söylemleri devam ettirmek suretiyle Ak Parti'den partilerine oy akışını hızlandırmaktır. Çünkü 2019 sonbaharında siyasi kulisler erken seçim senaryolarını konuşmaya başlamıştır. Ancak Bahçeli'yi yanlış yönlendiren ekip bu stratejiyi oy tandaslı olarak sunsalar bile bu uygulamanın Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye'yi zora sokacağı açıktır.
2015 sürecinde oluşmaya başlayan AK Parti ve MHP yakınlığı doğal bir refleksken, son zamanlarda oluşturulan bu beraberlik Cumhurbaşkanı Erdoğan'a kumpas kuran yapay bir senaryoudur.

MHP kurmaylarının tabanlarına, ''Ak Parti'yi ve ve Erdoğan'ı dönüştürüyoruz, onlar çizgimizden çıkmayacaklar'' propagandası ayakları yere basmayan bir ifadedir. Çünkü MHP'nin, Türkiye'yi dönüştürecek herhangi bir siyasi, ekonomik, kültürel programı bulunmamaktadır. Aslında bu durum seçim beyannamelerinin zayıflığından da görülebilir.

Erdoğan'ın kriz yönetimindeki başarısı ve her krizden güçlenerek çıkması o zamanın şartlarına göre uygundur. Ancak günümüzün koşulları farklıdır ve zamanın ruhuna uygun davranmak gereklidir.

1960 yılında toplumsal gerginlik Başbakan Adnan Menderes'in yatıştaralım talimatına rağmen, komitacılıktan gelen Celal Bayar'ın ''Daha sert davranalım'' stratejisinin uygulanmasıyla 27 Mayıs ile noktalanmıştı. Aslında Menderes o gün hükümette çekilse askeri müdahale için gerekli koşulları ortadan kaldırmış olacaktı.

1977'den itibaren Gladyo'nun Türkiye operasyonlarını hızlandırmasıyla beraber Orgeneral Bedrettin Demirel'in dediği gibi şartlar olgunlamıştır.

Günümüzde ise toplumsal olarak parçalı yapı, söz ve eylemlerle özellikle sosyal medyanın provokatif uygulamaları ile 1960 ve 1977 sürecinin benzerini yaşadığımızı ortaya koymaktadır. Bu durum oy hesapları ve yüzdelik dilimlerinden daha kapsamlıdır ve Bahçeli'de bu tertibi algılayamamıştır.

Bu kaos planlarını idam sehpalarını yeniden kurabilmek maksadıyla ellerini ovuşturarak bekleyenler Türkiye'ye kapsamlı bir kumpas kurmaktadırlar.

Bu kumpasın engellenebilmesi için Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bahsettiği Türkiye İttifakı modelini hayata geçirmesi oldukça önemlidir. MHP'nin bir süre dinlendirilmesi yerinde olacaktır. İyi niyetinden şüphe duymak istemediğimiz Bahçeli bu dinlenme sürecinde böylece partisindeki organizatörleri belirlemek için daha verimli çaba sarfedebilecektir.

Çalışmamızı Erdoğan'ın ''Türkiye İttifakı Saldırıya Çağrı mıdır?'' sözüyle noktalayalım.

1935'den sonra Atatürk'ün halk ile bağını kesip Çankaya Köşküne hapsedenler, bugün ise Erdoğan'ı Beştepe'ye hapsetme formülünü geliştirmektedirler. Önümüzdeki süreç ne denli sakin olursa Millet ve Devlet bütünleşmesi ise bu oranda sağlıklı gerçekleştirilecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder