Robert Paxton'un kuramına göre gücü
elinde bulunduran odak bunu devam ettirebilmek için bazı gruplarla
işbirliği yapmak zorundadır. Klasik koalisyon kavramından farklı
olarak ''paralel'' ancak legal oluşumlarla otoritenin belirli
oranlarda paylaşılması iktidarın egemenliğini devam ettirirken,
bu egemenliğe dolaylı olarak destek olan grup veya gruplarında
idarede alanlarını genişletme manevraları ortaya çıkmaktadır.
Aslında dünyada hemen her iktidar belirli gruplarla en azından
fikir ve niyet birlikteliği yaparak bu kuramı desteklemektedir.
Uzun yıllar boyunca Türkiye'de de uygulanan bu strateji çalkantılı
bir siyasi atmosfer sürecinde kurulan Adelet ve Kalkınma
Partisi'nin uygulamalarında da görülmüştür. Başlangıçta çok
sesli ve eğilimleri birleştiren bir siyasal organizasyon olarak,
müstakil bir siyaset, rasyonel uygulamalar ve kapsayıcı politika
ilkeleriyle kurulan parti Türkiye'nin konjoktorel dalgalanmalarına
göre farklı ittifaklar belirlemiştir. Ancak bürokratik
çatışmaların ayyuka çıkması ve bürokratik vesayetin gölgesi
o dönem Ak Parti'yi legal görünümlü bir istihbarat ve terör
şebekesi olan ezoterik ritüelli Gülenistlerle beraberliğe
zorlamıştı. Fakat bu yapının 2011 yılı milletvekili pazarlığı
ve Başbakanlık Ofisinde bulunan böcekler ile şaibeleri üzerine
çekmesi, 17-25 Aralık operasyonları ve 2014'ün Ocak ayında MİT
tırlarının durdurulmasıyla silahlı yönünü ifşa etmesiyle
beraber zoraki beraberlikte bitirlmiş kısa bir süre Avrasyacı
olarak adlandırılan grupla beraberlik görülmüştür.
Avrasyacıların genel toplumsal kesime hitap etmemesi yeni güç
paylaşımı stratejilerini aramaya sevk etmiştir. Böyle bir
iklimin hakim olduğu siyasi zeminde 7 Haziran 2015 genel
seçimlerinden sonra terör saldırılarına karşılık olarak
başlatılan Hendek Operasyonlarıyla koalisyon görüşmeleri
sürecinde Ak Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi yakınlaşması
görülmüştür. Yani günümüzdeki Cumhur İttifakı bahsedildiği
gibi 15 Temmuz'dan sonra değil 2015 yazında terör operasyonları
sırasında oluşmaya başlamıştır. Fakat o dönem bir koalsiyon
kurulmayışı ve ittifakın adının koyulmayışı ittifakı
kurumsallaştırmamıştır. Ancak gerek terör örgütü pkk gerekse
liberal ya da sosyalist söylemli mikro etnisit, ultra devlet
otoritesi tasfiyesinden taraf olan siyasetçi, gazeteci ve sivil
toplum yöneticilerinin Ak Parti-MHP beraberliğini ''Savaş
Hükümeti'' olarak addetmeleri ve bu ihtimalin oluşmaması için
yoğun baskıları aslında bu beraberliğin ne derece olumlu ve Türk
Devlet Aklı'na uygun olduğunu göstermiştir.
Hûlasa Temmuz 2015'de oluşan AK
PARTİ, MHP bloğu tamamen ulusal hassasiyetten ulusal birlik
maksatlı ve milli sonuçları olacak milli eksen olarak belirmiştir.
Fakat MHP'nin uzlaşmadan uzak tutumu ve Kasım seçimlerine
gidilirken geçici hükümete iki aylığına üç bakan vermeyip bu
bakanları tehdit olarak tanımladığı HDP'ye teslim etmesi
kurumsal söylemiyle çelişmiştir. Ve bu tutum sebebiyle resmi bir
beraberlik oluşturulamamıştır.
15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan
askeri kalkışma sonucunda ise OHAL dönemi yaşanmış ve
kurumların düzenlenmelerinin yanında olağan üstü durumun
yalnızca kavramdan ibaret olmadığı fevkalade bir evreye
girilmiştir. Bu evrede MHP genel başkanı Devlet Bahçeli'nin yeni
bir sistem ve ad koyma isteği ile referandum süreci ve sonrasında
Cumhur İttifakı adıyla oluşturulacak AK Parti-MHP birlikteliği
görülmüştür. Aslında partili Cumhurbaşkanlığı sistemi,
mevcut Cumhurbaşkanı'nın siyasetteki elini güçlendirmiş gibi
görülse bile yeni istikrarsızlıklara kapı aralayacak bir süreci
başlatmıştır. Çünkü parlamenter sistemde belki yüzde 35 ile
tek başına iktidar olabilecek Ak Parti böylece bu şansı yitirmiş
ve yüzde 50'nin üstünde bir seçmen desteğine sahip olması
gerekmiştir. 24 Haziran 2018 seçimlerinde bunu başarmıştır
ancak parlamentoda 300 milletvekilin altında kaldığı gibi
söylemleri öncelikle ittifak ortağı MHP tarafından belirlenmeye
başlanmıştır. Zillet ittifakı, Beka sorunu gibi kavramlar MHP
tandaslı ortaya atılmış bunun sonucunda var olan kutuplaşma daha
da arttığı gibi 31 Mart 2019 seçimlerinin neticesi Ak Parti'nin
istediği gibi sonuçlanmamıştır. MHP Genel Başkanı Devlet
Bahçeli'nin her daim dozajını artıran sert üslubu ve
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ''Türkiye İttifakı'' söylemini
eleştirmesi, aslında daha dar fakat otoriter kapsamlı bir
beraberlikten taraf olduğunu göstermiştir.
Türkiye İttifakı ve ''Kızgın
Demiri'' soğutmak ifadeleriyle daha ılıman bir atmosferin
oluşturulmak istendiği ortaya koyulmuştur. Ancak bir şehit
cenazesinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun saldırıya
uğramasını, Bahçeli'nin adeta savunan ifadeleriyle ortam daha da
gerildiği gibi toplumsal tepkinin Cumhurbaşkanlığı makamına
yöneltilmesi hedeflenmiştir.
MHP danışmanlarının asli
''görünür'' stratejileri bu söylemleri devam ettirmek suretiyle
Ak Parti'den partilerine oy akışını hızlandırmaktır. Çünkü
2019 sonbaharında siyasi kulisler erken seçim senaryolarını
konuşmaya başlamıştır. Ancak Bahçeli'yi yanlış yönlendiren
ekip bu stratejiyi oy tandaslı olarak sunsalar bile bu uygulamanın
Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye'yi zora sokacağı açıktır.
2015 sürecinde oluşmaya başlayan AK
Parti ve MHP yakınlığı doğal bir refleksken, son zamanlarda
oluşturulan bu beraberlik Cumhurbaşkanı Erdoğan'a kumpas kuran
yapay bir senaryoudur.
MHP kurmaylarının tabanlarına, ''Ak
Parti'yi ve ve Erdoğan'ı dönüştürüyoruz, onlar çizgimizden
çıkmayacaklar'' propagandası ayakları yere basmayan bir ifadedir.
Çünkü MHP'nin, Türkiye'yi dönüştürecek herhangi bir siyasi,
ekonomik, kültürel programı bulunmamaktadır. Aslında bu durum
seçim beyannamelerinin zayıflığından da görülebilir.
Erdoğan'ın kriz yönetimindeki
başarısı ve her krizden güçlenerek çıkması o zamanın
şartlarına göre uygundur. Ancak günümüzün koşulları
farklıdır ve zamanın ruhuna uygun davranmak gereklidir.
1960 yılında toplumsal gerginlik
Başbakan Adnan Menderes'in yatıştaralım talimatına rağmen,
komitacılıktan gelen Celal Bayar'ın ''Daha sert davranalım''
stratejisinin uygulanmasıyla 27 Mayıs ile noktalanmıştı. Aslında
Menderes o gün hükümette çekilse askeri müdahale için gerekli
koşulları ortadan kaldırmış olacaktı.
1977'den itibaren Gladyo'nun Türkiye
operasyonlarını hızlandırmasıyla beraber Orgeneral Bedrettin
Demirel'in dediği gibi şartlar olgunlamıştır.
Günümüzde ise toplumsal olarak
parçalı yapı, söz ve eylemlerle özellikle sosyal medyanın
provokatif uygulamaları ile 1960 ve 1977 sürecinin benzerini
yaşadığımızı ortaya koymaktadır. Bu durum oy hesapları ve
yüzdelik dilimlerinden daha kapsamlıdır ve Bahçeli'de bu tertibi
algılayamamıştır.
Bu kaos planlarını idam sehpalarını
yeniden kurabilmek maksadıyla ellerini ovuşturarak bekleyenler
Türkiye'ye kapsamlı bir kumpas kurmaktadırlar.
Bu kumpasın engellenebilmesi için
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bahsettiği Türkiye İttifakı modelini
hayata geçirmesi oldukça önemlidir. MHP'nin bir süre
dinlendirilmesi yerinde olacaktır. İyi niyetinden şüphe duymak
istemediğimiz Bahçeli bu dinlenme sürecinde böylece partisindeki
organizatörleri belirlemek için daha verimli çaba
sarfedebilecektir.
Çalışmamızı Erdoğan'ın ''Türkiye
İttifakı Saldırıya Çağrı mıdır?'' sözüyle noktalayalım.
1935'den sonra Atatürk'ün halk ile
bağını kesip Çankaya Köşküne hapsedenler, bugün ise Erdoğan'ı
Beştepe'ye hapsetme formülünü geliştirmektedirler. Önümüzdeki
süreç ne denli sakin olursa Millet ve Devlet bütünleşmesi ise bu
oranda sağlıklı gerçekleştirilecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder