Militarizm,
askeri değer ve uygulamaların sivil hayattaki uzantısı olmasının ötesinde,
savaş-barış, asker-sivil arasındaki sınırların silinmesi ve flulaşması anlamına
gelmektedir.[1]
Militarizmden ‘’askerin önemli olduğu bir rejim’’ anlamak pek doğru bir şey
değildir. Her toplum için, her zaman, ‘’asker, önemlidir.’’ ‘’Militarizm’’,
bütün toplumun askerin ilkeleri, kuralları, değerleri ve ideallerine göre
yeniden örgütlenmesidir. Kuruluş yıllarının egemen ruh hali bu değildi. Tarih,
medeniyet gibi alanlarda yapılan çalışmalarla ‘’yeni bir ulus yaratma çabası’’
önde geliyordu. Ama bu yapının ayakta durmasını, devam etmesini, fiziksel varlığıyla
sağlayan Ordu’ydu.[2] Ulus
devlet süreçleri ve ulusal ordulara geçiş süreçleriyle militarizmin arasında
bağ vardır çünkü modern devlet öncesi dönemde kalabalık ordular ve halkın
silahlandırılması İmparatorlar için bir tehdit teşkil etmekteydi. Ancak bu
durumun istisnaları mevcuttur. Bu istisnalardan bir tanesi Spartalılardır.
Sparta şehir devletinde her erkek gençliğinden neredeyse ölene kadar asker
sayılır, askerliğe manisi bulunanların ise yaşamalarına olanak tanınmaz ve
öldürülürlerdi. Toplumun askerleştiği bu devlet ordu devleti olarak tanımlanır
ve bu model geniş olarak Roma İmparatorluğu tarafından da uygulanmıştır.
Sonraki asırlarda ojeni kavramını siyasi ideolojisi haline getiren Naziler,
Sparta’nın karakterini örnek almış ve ‘’Sparta bizim ilham kaynağımızdır’’[3]
görüşünü kutsal kaide olarak belirlemişlerdir. Modernite öncesi dönemde asker
millet olarak yaşantısını sürdüren ikinci istisna ise Türklerdir. Türkler, Orta
Asya koşullarında kalabalık komşu haklara karşı her daim, hareket halinde olan
ve eli kılıç tutmak zorunda olan bir milletti. Bu sebeple Türklerde de
neredeyse herkes asker kabul edilir, askerlikten korkmak ya da kaçmak ayıp
sayılırdı. Batı’ya doğru öçle birlikte kurulan en büyük Türk İmparatorluğu olan
Osmanlı Devleti’nde de Başkent İstanbul’da 15.000 kadar Yeniçeri askeri
bulunmaktaydı ve savaş dışında asker ile bütünleşmiş bir toplum yapısı
görülmemekteydi. Fransız İhtilâli’nin teme sloganlarından olan eşitlik ilkesi
gereği herkesin askere alınması vaad edilmiş ve artık yurttaş tipi ordulara
geçilmeye başlanmıştır. Militarizm ile ulus öncelikli kuram realizm arasında
olduğu gibi liberalizm ve marksizim ile de dönemsel bir bağa sahiptir.
Liberaller genel olarak devletin adalet ve güvenlik sahaları dışında her
sektörden çekilmesini öne sürerler. Ancak liberal tahayyül ordunun varlığını
sorulamamakta hatta ordunun varlığı dış tehditler için gerekli bile
görülmektedir. Liberal görüş ordunun varlığından ziyade siyaset ve toplum ile
ilişkisi ile ilgilidir ve bu ilişki biçimi nedenli kesişimden uzaksa o denli
ideal bir toplum düzeni oluşturulur. Ancak liberalizmin Türkiye’de bazı
çevrelerce farklı yorumlanması ordunun bizatihi kendisini ve ontolojik
omurgasını da tartışmaya açmaktadır. Buna göre darbe geleneğinden gelen bir
ordunun bu alışkanlıktan vaz geçmesi neredeyse mümkün değildir. Ayrıca OYAK ve
Milli Güvenlik Kurulu gibi mercilerin varlıklarını sürdürmeleri de ordu-siyaset
ittifakıyla dönüşen ordunun siyasetin tahakkümü altına girmesi olarak
yorumlanır ve bu evreden sonra siyasetin ve siyasi söylemlerin de militarize
olduğu öne sürülür. Bu yeni liberal ideal mümkünse yeni baştan oluşturulacak ve
çok küçük hacimli olmakla birlikte sembolik anlamdan öteye gidemeyecek bir
ordunun varlığıyla ilgilenirler. Sembolik ordu ifadesi yalnızca asker sayısı
değil askeri bütçenin de kısıtlanmasını ifade etmektedir.
Marksistlere
göre ise sosyalist devrimin kazanımlarının korunmasında orduya meşru ve kritik
bir rol düşer. Ordu, militarzim bağlamı dışında, emperyalist saldırılara karşı
devrimi koruyacak bir güç olarak düşünülür[4]
ve Vladimir Lenin bile yazdığı Savaş ve Sosyalizm adlı kitapta Fransız Devrimi
gibi olayları feodal düzene başkaldırı olarak tanımlar ve ilerici savaş olarak
değerlendirir. Bazı Marksist hareketler ordu ile sermayenin ilişkisine vurgu
yaparak burjuva diktatörlüğü aparatı olarak konumladıkları militarist tanıma
karşın Latin Amerika başta olmak üzere pek çok sosyalist ya da Marksist gerilla
ya da terör örgütleri son derece askeri kavramları kullanmaktadırlar. Bu örgütlerin
mensupları üniforma benzeri giysileri kullanırlar, düzenli ordulara ait bazı
hiyeraşik kavramları kullanırlar ancak en önemlisi de hedef kitlelerini
potansiyel bir savaşçı olarak kabul etmeleridir. Bu kabul de kitleleri
tarafından zaten sorgulanmaz ve bu hareketlerin başarılı olması durumunda
kurulacak siyasi yapı askeri demokrasi veya askeri diktatörlükten başka bir şey
değildir. Militarizmin alt kavramları arasında ise militarist davranış,
militarist zihniyet ve yapısal militarizm bulunmaktadır.[5]
Burada davranış otoriteye ait eylemi ifade etmektedir ve bu eylemin sınırları
şiddetin meşruluğuna dönüştüğü takdirde militarist zihniyete dönüşmektedir.
Devletlerin meşru şiddet tekeli ise yapısal militarizmin iç boyutunu
oluştururken özellikle günümüzde askeri diplomasinin gelişmesi, insani
müdahalelerin askerileşmeleri, askeri anlaşmalarve ticaretler de uluslararası
boyutunu oluşturmaktadır.
Toplumun
biçimlendirilmesinde ordu-millet kavramı önem taşır. Bu kavramı pratikte hayata
geçiren Napoeleon Bonaparte olsa da, ideolojisini yapan ve uzun zamana yayılan
bir pratikle toplumu şekillendiren deneyim Prusya deneyimidir.[6]
Prusya’nın 1870 yılında siyasi birliğini tamamlamasıyla birlikte ordu, toplumun
parçası hatta kendisi olarak kabul edilmiştir. Bu anlayış ise Prusyalı subay
Colmor von der Goltz’un yazdığı Das Volk in Waffen’de kuram haline gelmiştir.
Savaş kavramı yalnızca ordulara arasında olmadığı görüşüyle beraber toplumun
asker kabul edilmesi ve topyekün savunma modelinin uygulanması öngörülmüştür.
O
dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşadığı 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı
tarihteki adıyla 93 harbi yenilgisi ile bir asırdan fazla süredir devam eden
yenileşme ve modernleşme teşebbüslerini hızlandırmıştır ve dönemin Padişahı
II.Abdülhamid, Prusya askeri heyetini davetiyle ordunun Prusya ekolü nezdinde
topyekün dönüşmesinin yolu açılmıştır. Bu dönüşüm ise yalnızca ordunun sevk ve
idaresine yansımayacak, Alman ordu kültürünün özelliği gereği ile Ordu-Millet
uygulaması benimsenecektir. Asker millet kavramı Türklerin tarihi olarak
yabancı olmadıkları bir yaşam biçimini ifade eder burada ki küçük fark kurumsal
teşebbüslerle ordu-millet anlayışının benimsetilmesi ve kimi zaman askeri
zümreyi insanı vasıflar yönünden üstün tutan anlayışın meşruiyet kazanmasıdır.
Cumhuriyet dönemindeki askeri darbelerin analizleri tek bir ideoloji
doğrultusunda ve Kemalizm özelinde incelenmeleri bu sebeple taraflı ve yalın
bir çalışmayı ortaya koymaktadır. Osmanlı Devleti döneminde darbe meşruiyet
aracı olarak genel olarak ‘’şeriatı kollamak’’ kavramı öne sürülmüş ve askeri
zümre ile en azından ulema aralarında ilişki desteği sağlanmaya çalışılmıştır.
Öne sürülen gerekçeler çok kolay değişebilir ancak zihniyetin beslendiği kaynak
aynıdır. Bu kaynağı yalnızca Prusya modeli çerçevesinde tanımlamak doğru olmaz
çünkü sonraki yıllarda ordunun üzerinde Amerikan ekolü hakim olmaya
başlamıştır. Yabancı askeri misyonların Türkiye’de orduya biçmek istedikleri
ayrıcalıklı konum ile Türkiye’nin tarihi olarak sınıfsız ancak ordu temelli
yapısının bileşimi militarist kavramları desteklemiş askeri müdahale olsun veya
olmasın asker-siyaset, asker-toplum kulvarları aralarındaki duvarları ortadan
kaldırarak askeri siyaset ve askeri toplum zihniyetinin doğmasına sebebiyet
vermiştir.
[1]
Laura Sjoberg ve Sandra Via,
İntroduction Gender War and Militarism: Feminist Perspectives, Laura Sjoberg ve
Sandra Via, Santa Barbara (ed.), Oxford, 2010, s.7
[2]
Murat Belge, Askerin Önemini
Öğretmek ya da Türkiye’de Türkiye’de Profesyonel Ordunun İmkânsızlığı Üzerine,
Nurseli Yeşim Sünbüloğlu (der.), Erkek Millet Asker Millet Türkiye’de
Militarizm Milliyetçilik Erkek(lik)ler, 1.Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları,
2013, s.183
[3]
Alvin H. Bernstein, Soviet
Defence Spending: The Spartan Analogy, CA, The Rand Corporation, 1989, s.1
[4]
Güven Gürkan Öztan, Türkiye’de
Militarizm, 1.Baskı, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, Kasım 2018, s.25
[5]
K. Skjelsbaek, Militarism Its
Dimensions and Corollaries: An Attempt at Conceptual Clarification, Journal of
Peace Research, 1979, s.219
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder